ABD emperyalizminin bastırmasıyla 30 sene öncelerde Madrid ve Oslo'da yapılan uzun müzakereler sonunda, Siyonist İsrail rejimi ile Yâsir Arafat liderliğindeki 'Filistin Kurtuluş Teşkilatı' (El'Feth) arasında imzalanan anlaşmaya göre, Filistin Devleti de kağıt üzerinde de olsa, bir vakıa olarak kabul ediliyor ve bütünüyle bir işgal ve gasb rejimi olan Siyonist İsrail, işgali altında tuttuğu toprakları genişletmeyeceğine dair söz veriyordu..
Osmanlı'nın Birinci Dünya Savaşı'nda yenilmesi ve (hangi ünlü Osmanlı Paşası'nın, Filistin'i terk ettiğini tartışmak, ayrı bir konu) , ama, İngiliz güçleri, hemen o anda, (Salâhaddin Eyyubî'nin Kudüs'ü ve Filistin bölgesini Haçlı Ordularından geri aldığı, milâdî 1187'den beri) Müslüman vatanının kalbgâhı konumunda olan bu yerleri işgal ederken, İngiliz Hükümeti'nin de, Kasım-1917 başında, Hariciye Nâzırı Alfred Balfour'un adıyla anılan ünlü beyannâmeyle, bütün Yahudilerin Filistin'e göç etmeye çağırışı ve başkalarının topraklarını, başkalarına peşkeş çekişi, bir büyük felaket idi ki, hâlen de kanayan bir yara, bir kanser uru..
Ama, hem 'El'Feth'in, hele de Arafat'ın vefatından sonra Filistin halkının yüreğinde ve beyninde var olan mücadele azminden daha bir kopmasıyla, Filistin Müslümanları arasındaki mücadele metodu tartışmaları gruplaşma ve bölünmeleri daha bir artarken, Siyonist İsrail de bu fırsatları değerlendiriyor ve kendi geleceğini tehdit edecek her muhtemel tehlikeye karşı dilediği gibi hareket edebileceğinin cevazını bütün emperial-şeytanî güç odaklarından alarak, saldırılarını zaman zaman yoğunlaştırıyor, bazı bölgeleri 'tampon bölge' adı altında, kendi güçlerinin hâkimiyetine veriyordu. Esasen, Filistin Millî Meclisi, 1989 sonunda Tunus'ta yaptığı toplantıda, 'İsrail'i yok edilmesi gereken ilk düşman olarak' belirleyen 1. Madde'yi kaldırıyor ve Haziran-1967'deki, -Mısır, Ürdün ve Suriye ordularının korkunç şekilde gafil avlanıp yenilgiye uğradığı- '6 Gün Savaşı Bozgunu' öncesindeki sınırlara dayalı bir İsrail'in varlığını kabul edebileceklerinin 'yeşil ışığı'nı zımnen yakmış bulunuyordu.. Madrid ve Oslo müzakereleri sonunda imzalanan andlaşmalarının kahramanları olan Yâsir Arafat ve Siyonist İsrail başbakanı İzak Rabin de, 'Nobel Barış' ödülüyle taltif ediliyorlardı; emperial emellere uygun hareket ettikleri için.. O zamanlar Ürdün Kralı olan Huseyn, ('Ebû Ammâr' lâkabıyla meşhur) Arafat'a, bu 'barış ödülü'nden dolayı kinayeli bir şekilde, ' Ebû Ammâr, sen bir uluslararası terörist olarak tanınırken, şimdi uluslararası barış kahramanı oluvermene hayranım!.' diyordu..
Filistin dâvasının / mücadelesinin sembol isimlerinden Arafat, kağıt üzerinde de olsa, Filistin Devlet Başkanı idi.. Esasen, BM de, 'El-Feth'i, Filistin halkının kanunî temsilcisi sayıyordu..
Ancak, Arafat'ın 11 Kasım 2004 tarihinde vefatından sonra 'El-Feth'in başına ve de -kağıt üzerindeki bir makam olan- Filistin Devlet Başkanlığı'na aynı teşkilatın merkez karar organı üyelerinden Mahmûd Abbas getirilmişti. Ufak çaplı polis gücünden başka bir savunma gücü bulunmayan bu devlet'e başta Birleşmiş Milletler ve diğer uluslararası kuruluşlar ve de Amerika, bir takım maddî veya aynî yardımlar ve gıda desteği sağlıyorlardı.. Yeter ki, Siyonist İsrail rejimi rahatsız edilmesindi..
Ama, bu uyutma siyasetinin Filistin halkının, mücadele azmi olmayan, köleleşmiş , dışarıdan yardım bekleyen ve yardım verenlerin istemediği hareketlerden kaçınan bir noktaya sürükleyeceği kanaati, Filistinliler arasındaki mücadele yöntemleri üzerine tartışmalarını daha bir şiddetlendirmişti..
*
En kesin tavrı ortaya koyan hareket, 'HAMAS' ve 'Qassâm Tugayları' idi.. 'Hareket-ul- Mukavemet-ul İslamiye ' kelimelerinin -arab alfabesindeki- ilk harflerinden oluşan 'HAMAS' hareketi, geniş tarafdar buluyordu.. Çünkü, bu hareket, geçmişte yaşanan, idare-i maslahatçı ve emperial odaklardan verilen izinlere göre hareket etmeyi şiar edinen diğer gruplardan ayrılıyor ve 1920'li yıllardan beri Filistin halkının mücadelesini İslamî temeller üzerinde yükseltmeye çalışan ve 1936 yılında Siyonist teröristler tarafından katledilen -eski Osmanlı vatandaşı- İzzeddin el'Qassâm'ın çizgisini benimsiyordu..
*
Halbuki, hele de Siyonist İsrail rejiminin varlığını, 15 Mayıs 1948'de bir 'devlet' olarak doğduğunu - eski bir Osmanlı vatandaşı olan- David ben Gurion'ı-un ağzından ilan ettiği ve Filistin'in Müslüman halkının da, o günü, 'el'Yevm-ul'Nikbet' /Büyük Felaket günü' ilan etmesinden sonraki on yıllar boyu, İzzeddin Qassâm unutturulmak istenmişti..
Hatırlayalım, Müslüman halkların ve onlardan da önce hattâ hristiyanların da yaşadığı o topraklarda, Babil Kralı Nabukednezzar (Buhtunnasır)'ın, dünyanın çeşitli yerlerine dağıttığı ve 3 bin yıldır devletsiz yaşamış olan Siyonist Yahudiler, özellikle de İkinci Dünya Savaşı'nın galipleri olan Amerika, Sovyet Rusya ve İngiltere'nin eliyle bir devlet sahibi yapılıyor ve bu galip devletler bu yeni devleti tanımakta birbirleriyle yarışıyorlardı. Aralarındaki, bir erken ve geç tanımak durumu sadece 10-12 dakikalık fark meydana getirmişti..
Yazık ki, Osmanlı'nın 500 yıldan fazla hükmettiği o vatan topraklarında kurulan -ve önceki Amerikan Başkanı Biden'ın itirafıyla-, 'İsrail diye bir devlet kurulmamış olsaydı bile, Batı dünyası olarak böyle bir devleti biz burada yine kurardık..' diye anlattığı bu yeni devleti, Türkiye de 1949 yılı başında tanımıştı.
*
Ve.. 2005 yılında kağıt üzerindeki Filistin devletinin halkı arasında yapılan bir seçimde, HAMAS, oyların yüzde 65'ini; Mahmûd Abbas'ın 'El- Feth'i de sadece yüzde 30'unu ve yüzde 5'ini de diğerlerinin aldığı anlaşılır-anlaşılmaz, Amerikan emperyalizmi, 'Bu seçim neticelerinin bir terör örgütü tarafından kazanılmış olması kabul edilemez..' diyerek, o zamandan beri Mahmûd Abbâs'ı, 20 seneye yakın zamandır, seçimsiz olarak, uluslararası diplomasi kuralları adına Filistin Devlet Başkanı olarak niteliyordu..
M. Abbâs ise, bu durumu çok normalmiş gibi kabullenip, emperial odakların kuklası olmayı sürdürüyordu..
Bütün bu bilinenleri niye mi tekrarlıyoruz?
Geçen hafta, Mahmûd Abbas, Siyonist rejimin liderlerince bile kullanılmamış olan ve ağza alınamayacak çok ağır bir hakaret sözünü 'HAMAS mücahidleri' için sözleri kullanarak, '-İsrail'i tahrik etmemeleri için- İsrailli rehineleri serbest bırakmaları' çağrısı yapıyordu. Onun bu sözleri dünya medyasına da yansıyacaktı, elbette..
Mahmûd Abbâs böylece, 'Filistin dâvası'nın üzerine emperial- şeytanî odaklarca oturtulmuş olan Sen.. HAMAS mücahidleri için kullandığın o, -pisliklerle beslenen- yaratığı görmek istiyorsan, aynaya bak!' diye karşılık görmeyi hak ediyor..
*