İşimiz kültürle, meselemiz sosyolojiyle.
"Kültür" ile kurulan ilişki, tanıtıma, gösteriye ve döviz girdisine indirgenmiş durumda. Kültür ve Turizm Bakanlığı ifadesi bile, bu ikilemin kurumsallaşmış hâli.
Ne hazindir ki bugün "kültür" denince kamuoyunun zihninde ilk canlanan şey: turizm.
Bu bakanlık ikiye ayrılsa, "kültür aç kalır" endişesi dillendiriliyor. Aç kalırmış, çünkü yatırımın ve harcamanın büyük kısmı turizme gidiyor; gelir de turizmden sağlanıyormuş.
Bu kaygı sosyolojik bir tahribata işaret ediyor.
Kültür broşürlere, vitrinlere, kataloglara sığmaz; kültür bir milletin derununda çağlayan hafıza nehridir.
Önce, mütefekkirlerin sesine kulak verelim.
Cemil Meriç: "Kültür, bir milletin kendini ifade etme biçimidir hem hafızası hem de şahsiyetidir."
Meriç'e göre kültür, Batı'nın değil bizim irfanımızla şekillenmeli; tercüme değil tefekkürle inşa edilmelidir.
Mümtaz Turhan: "Kültür, milletin ruhudur; o ruh taklitle değil, tahkikle yaşar."
Mümtaz hocaya göre kültür, batıya ve batılıya şirin görünmek için kendi değerlerimizi feda etmememiz gereken asli kaynaktır.
Kemal Karpat: "Kültür, tarihin yaşayan izidir."
Karpat için kültür, tarihsel süreklilik içinde kimliğimizi inşa eden sosyolojik bir damardır.
Fuat Sezgin: "Kültür, medeniyetin aklı ve ilmin mürekkebidir."
Fuat Sezgin için kültür, ilimle inşa edilen büyük mirasın adı ve bilim tarihinin gerçek sahibidir.
Oktay Sinanoğlu: "Kültür, milletin genetik hafızasıdır; dil giderse, kültür de gider."
Oktay hocaya göre kültür, milli kimliktir; eğitimle korunur, bilimle yücelir.
Nurettin Topçu: "Kültür, insanın Allah'a yürüyüşündeki ahlaki derinliktir."
Topçu'ya göre kültür, gösteri değil, içtenliktir; tüketim değil, çiledir.
İmdi!
Gerçekten kültür, turizme muhtaç mı?
Kültürü turizmden ayırırsak aç mı kalır?
Türkiye yıllardır kültürle turizmi aynı çuvala koydu.
Müzikle megafon, kitapla katalog, Ebru'yla Efes broşürü aynı şeymiş gibi...
Kültür, turizmin tanıtım afişine dönüştü.
Ne sattık? Ne gösterdik? Neyi vitrine koyduk?
Biraz halı, biraz hamam, biraz kebap...
Biraz Mevlâna; dönerse...
Biraz Osmanlı, ottoman olanından...
Fotoğraf çekilsin diye fes giyenler...
Hat sanatıyla "Welcome" yazanlar...
Kültüre, turizmin gözüne girmesi için makyaj yaptırıldı!
Mezar taşlarını tabela yaptı, tekkeleri otele çevirdi.
Turist gittiğinde makyajı akmış yabancı bir yüz kaldı.
Ve sosyolojik gerçeklik: Kendini artık "gösterilecek şeylerden" ibaret sanan bir millet kaldı.
Bu kültürel çoraklığın tohumu bir asır önce atıldı.
Cumhuriyet'in kurucuları, Batı'nın yaşama biçimini "medeniyet" zannedip, bu toprakların bin yıllık ruhunu silmeye kalktılar.
Bir gecede alınan kararlar, kanunla, copla, silahla halka dayatıldı.
Harf devrimi yapıldı.
Tevhid-i Tedrisat ile geleneksel ilim damarları kesildi.
Köy Enstitüleriyle köklerin üzeri örtüldü.
Opera, bale, piyano... Yeni bir "medeniyet" ithal edildi.
Munis Tekinalp'in kurguladığı ideolojiyi benimseyen küçük bir elit sınıf(!) bu yaşam biçimini sahiplendi.
Direnenler "gerici, yobaz, çağdışı" ilan edildi.
Tiyatro sahnesinde karikatürleştirildik.
Romanlarda küçümsendik.
Sinemada aşağılandık.
Sanat, birleştirici olmak yerine bölücü oldu.
Bir yanda kendini Batı'nın vitrinine göre tanımlayanlar...
Öte yanda mahallesini, mahremini, mukaddesini korumaya çalışanlar...
Üzerine ismi yazıldığında karton kahve bardaklarını statü nişanı sanan, kültürel fosfat olup toprağa karışan nev zuhur nesiller bilmez ki 1900'lerin başlarına dek Londra'nın arka sokaklarında bile Türk kahvesi dükkânları, asaletin ta kendisiydi.
Kültürü turizmden ayırırsak aç kalmayız.
Kültürü turizme yem etmeye devam edersek; turizm haçlı seferi olur istila eder sosyolojiyi!
Karınlar tok, ruhlar aç kalır.
Gösteri biter, gerçek kalır.
Tur otobüsü gider, kadim toprak susar.
Broşür katlanır, kimlik kaybolur.
Sosyolojimiz helak sebebimiz olur!