Yıllardır, "CHP; İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin TC versiyonudur" diyorum. Bu gerçek, bizzat CHP Genel Başkanı tarafından da doğrulandı. Sayın Özgür Özel'in bu açıklamayı Saraçhane'de yapması daha da anlamlıydı:
"150 yıldır karşı karşıyayız. Bir tarafta Tayyipler; bir tarafta biz... Onlar Meclis'i 33 yıl kapalı tutanların (Abdül Hamid Han'ın) takipçileri. Biz Jön Türklerin neferleriyiz."[1]
Sayın Özel doğru söylüyor. Rejimler değişir ama zihniyetler devam eder. Bu ifadeler, CHP'nin, bir asırlık siyasî tecrübeye rağmen neden hâlâ milletle inatlaştığının izahıdır. 150 yıl öncesi, tam da Sultan Abdülhamid Han'ın tahta çıktığı tarihe tekabül etmektedir. Yani CHP lideri Özgür Özel, "Tayyipler" derken, Abdülhamid Han'dan bugüne; bütün Müslümanları kastetmektedir.
Onun için İttihat ve Terakki zihniyetini yakından tanımayanın, CHP'yi doğru anlaması mümkün değildir. Hakeza İttihatçıların eseri olan "31 Mart Vakası"nı anlamayanın da, yine İttihatçı/CHP zihniyetinin dizayn ettiği 27 Mayıs'ı; 28 Şubat'ı; Gezi kalkışmasını ve Saraçhane zorlamasını anlaması mümkün değildir.
116 yıl önce bugün (Rumi 31 Mart 1325) tezgâhlanan "31 Mart Operasyonu" hakkındaki bu ve sonraki makalemiz dikkatli okunursa, dünyanın âdeta yeniden kurulduğu kritik bir dönemde CHP'nin, her dönemde milletle ters düştüğü; neden hep Haçlıları ve Haçlı menfaatlerini savunduğu daha iyi anlaşılır.
Zira İttihat ve Terakki zihniyeti, günümüzde de hayattadır. Ancak, o dönemin tarihini İttihatçılar yazdığı için İttihatçıları gerçek kimliğiyle tanımak mümkün olmamıştır.
OSMANLI BÜNYESİNE TANZİMAT'LA SIZDILAR!
İngilizler, Osmanlı'yı; ancak iç cephesi çökerterek yıkabileceklerini asırlar önce anlamıştı. Osmanlı coğrafyasında yaptıkları istihbarat çalışmaları ve analizler, "iç cephe"nin tamamen İslâmiyet üzerine bina edildiğini gösteriyordu. O halde Osmanlı'yı zayıflatmanın yolu, İslâm'a olan bağını zayıflatmaktan geçiyordu!
Peki, bu nasıl olacaktı?
[1] İzmir Ticaret Odası, 12 Mart 2024; 31 Mart 2025, Saraçhane Mitingi.
Zira, İslâmiyet'i harfiyen uygulayan bir toplumu doğrudan dinsizleştirmeye çalışmak boşa zaman harcamak olurdu! Nitekim Misyonerler senelerce uğraşıyor ama kimseyi dinden çıkaramıyordu!
Uzun araştırmalardan sonra "yöntem"i de belirlemişlerdi.
Önce Müslümanlar arasında kolay yayılabilecek "çakma" mezhepler oluşturarak, "çaktırmadan" gerçek İslâm'dan uzaklaştırmak gerekiyordu! Gerisi kolaydı! Bu kritik operasyonu koordine etmek için özel bakanlık (Müstemlekeler Nezareti) bile kurmuşlardı!
"İbn-i Sebe el-Himeyrî" adındaki Yemenli Yahudi'nin kurduğu Şiîliğe (Sebeiyye)[2] ilaveten dizayn ettirdikleri Vehhabilik, Kadıyanilik gibi "İngiliz mezhepleri" işte bu amaca hizmet etmişti. Bugün de, "Değerler Eğitimi" ve "Avrupa İslâmı" gibi uygulamalarla İslâmiyet yozlaştırılmakta, "İslâm" tanımı içerisine sapık kurgular sokulmaktadır.
18. asırda yoğun olarak sürdürülen bu "yozlaştırma" 19. asırda, bir üst aşamaya taşınmıştı. Devlet yönetimindeki "belirleyici" kadroların ve ordudaki "kurmay"ların motivasyonu değiştirilecekti. Bunlar, Avrupa devletleri gibi ilerlemenin, ancak Avrupalılar gibi yaşamakla mümkün olacağına inandırılacaktı! Sonrasında Osmanlı'yı, "uzaktan kumanda" ile çökertmek mümkün olacaktı!
Sanayi devriminin kazandırdığı cazibe ve Osmanlı tabanında gerçekleştirdikleri çürüme, zor gibi görünen ikinci adımı çok kolaylaştırmıştı. Ayrıca, "hırslı ama kabiliyetsiz" kişilerin kolay kandırıldığını ve çok "kullanışlı" olduğunu keşfetmişlerdi! Ana motivasyon olarak ise, "Batılı/asrî" ve "hümanist/insanî" ve aynı zamanda "elit" olmanın tek yolu olarak gösterilen "Masonluk elitizmi" kullanılmıştı.
İşte, 1836 yılında "Büyükelçi" olarak gittiği Londra'da ince ince işlenen ve bizzat Lord Stratford Canning tarafından locaya kaydedilen Mustafa Reşid Paşa üzerinden, "Tanzimat" olarak başlatılan bu süreç, Midhad Paşa ile "Meşrutiyet" aşamasına getirilmişti.
Tesadüfe(!) bakın ki, "Tanzimat-ı Hayriyye" diye sunulan ilk operasyonun üç mimarı olan Reşid Paşa, M. Emin Âli Paşa ve Fuad Paşa Mason idi.
İngilizlerin Abdülmecid Han'a baskısıyla[3] Sadrazam olan Reşid Paşa'nın ilk işi, Masonları; kritik noktalara yerleştirmek olmuştu. Misyonerlerin "öğretmen" olduğu azınlık okullarını yurdun her köşesine yaymıştı. İlk etapta; 131 Amerikan, 127 Fransız, 60 İngiliz ve 7 de Rus okulu açılmıştı.[4]
[2] TDV İslâm Ansiklopedisi,
Abdullah bin Sebe, Editör: Ethem Ruhi Fığlalı, İstanbul 1988, C. 1, s. 133-134.
[3] İlginç ayrıntı için
İçten Dıştan Entrikalar, KTB Yayınları, İstanbul 2022, s. 173; 174.
[4] Halil İnalcık,
Tanzimat ve Bulgar Meselesi, İstanbul 1992, s. 19.
İstanbul'daki Robert Koleji, Gaziantep'teki Antep Koleji, Merzifon'daki Anadolu Koleji bunlardandı. Sadece Harput Ovası'nda 62 "merkez" kurulmuş, 21 kilise inşa edilmişti. 66 Ermeni köyünden 62'sinde Misyoner teşkilatı kurulmuştu. Bunların tamamında azınlık çocukları okutulmuş ve devletin en kritik noktalarında görev verilmişti. Mesela Merzifon Koleji'ndeki 135 öğrenciden 108'i Ermeni; 27'si Rum çocuğu idi.
Yani Tanzimat, Masonlara ve Misyonerlere yaramıştı! Devletin "muktedir" olduğu dönemde etkili ölçüde örgütlenemeyen bu şer odakları, Tanzimat'ın ilanıyla birlikte, Osmanlı bünyesine; kanser mikrobu gibi hızla yayılmıştı.
DEVLET PARASIYLA DEVLETİ YIKMA EĞİTİMİ
Osmanlı, en zeki gençleri; iyi eğitim almaları için Avrupa'ya göndermiş, fakat çoğu "Mason" olarak dönmüştü! Bilim ve teknoloji değil; "Osmanlı'yı yıkma teknikleri" öğretiliyordu. İşte Avrupalıların "Jön Türkler" dediği bu gençler, 3 Haziran 1889 tarihinde İstanbul'da "İttihad-i Osmanî Cemiyeti" isimli bir örgüt kurmuş ve hemen, Yahudilerin çok güçlü ve etkili olduğu Selanik'e taşımışlardı.
Kuruculardan İbrahim Temo'nun ifadesine göre, bu ve benzeri gayrimeşru örgütler, İtalyan ihtilalci Mason Giuseppe Mazzini'nin "Genç İtalya" modeli kopyalanarak dizayn edilen "İttihat ve Terakki Cemiyeti" (İTC) çatısı altında birleştirilmişti. Macedonia Mason Locası Üstâd-ı Âzâmı Emmanuel Carasso'nun (Karasu) koordine ettiği bu yapı, Yahudilerin yoğun desteğiyle kısa zamanda büyümüştü.
İTC'nin yönetim kadrosu ve "çatısı" Masonlardan oluşuyordu. Fakat İngiliz şeytanî zekâsı öyle bir şer cephesi inşa etmişti ki, Abdullah Cevdet gibi ateistleri, M. Cavid gibi dönmeleri; Ziya Gökalp gibi milliyetçileri; hatta M. Akif ve Said Nursî gibi dindarları; aynı çatı altında toplamışlardı. Bu "benzemez"leri birleştiren tek "çimento" ise "Abdülhamid düşmanlığı" idi.
Nitekim aynı Batı, günümüzde de; İttihatçıların devamı olan CHP ile "150 yıldır karşı karşıyayız" dedikleri dindarları (SP) ve milliyetçileri (İYİ Parti), aynı masada buluşturmuştu!
Cemiyetin "ideolojik" motivasyonunu ise, yine İngiliz tornasından çıkmış olan ve Mısır'da Mason Locasını kuran Cemaleddin Efganî sağlıyordu. Tıpkı, "İttihat ve Terakki/Birleşme ve İlerleme" diyerek Osmanlı'yı parçalayıp yıktıkları gibi Efganî de "İslâm'da birlik" söylemlerini kullanarak Müslümanları kamplara ayırmıştı. Jön Türklerin "mürşid-i kâmilimiz" dediği Efganî'ye, tıpkı Fetullah Gülen'in TSK'da yaptığına benzer bir rol verilmişti.
Bizimkilerin "Hürriyet" zannederek getirmeye çalıştığı Meşrutiyet, Batı için; yönetim yetkisinin saraydan bürokrasiye aktarılarak, "işlenmiş" kadroya verilmesi anlamına geliyordu. Nitekim Midhat Paşa'nın, 1876'da başlattığı ilk teşebbüs yarım kalsa da, 1908'de İttihatçılar üzerinden oluşturulan daha güçlü bir dalgayla bu "darbe" gerçekleştirilmiş ve Osmanlı bitirilmişti!
ÖNCE SUİKASTLA YOK ETMEYİ DENEDİLER!
Güya "Hürriyet" getirmek için kurulan İttihat ve Terakki, İngiltere ve Fransa'nın desteğiyle 4 Şubat 1902'de Paris'te "I. Jön Türk Kongresi"ni toplamıştı. Türk, Arap, Arnavut, Rum, Ermeni ve Yahudi temsilcilerden oluşan 47 delegenin kurduğu "6'lı Masa"da "Ermenilere ve Yahudilere özgürlük için mücadele" kararı alınmıştı! Abdülhamid Han'ı yıkmak için içeride dindarı-dinsizi bir araya getiren İngilizler, dışarıda da 7 düveli aynı masada toplamıştı!
Fransız Senatör Lefévre-Pontalis'in evinde 5 gün devam eden çalışmalar sonunda kesinleşen darbe plânına, İngiltere "sponsor" olmuştu. Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Lord Sanderson her türlü desteği vereceklerini söylemiş, Banker Sir Ernest Cassel de, ilk avans olarak, "darbe harcamaları için" on bin altın hibe etmişti!
Bu mutabakatı(!) derhal eyleme geçirmek istiyorlardı! 1904 yılı Ocak ayında Sofya'da yapılan Taşnak Kongresi'nde, Padişah'a suikast düzenleme kararı almışlardı.
Viyana'da ürettirdikleri "özel" arabanın parçalarını farklı gümrüklerden, rüşvet ödeyerek geçirmiş ve İstanbul'da tekrar monte etmişlerdi.
Belçikalı anarşist Edward Jorris'i de yüklü para karşılığında kiralamış ve İstanbul'da bir ay "tatbikat" yaptırmışlardı.
Nihayet, hain saldırıyı plânladıkları 21 Temmuz 1905 Cuma günü de, tetikçi Jorris'in hazırladığı bombayı, arabanın "özel" bölümüne yerleştirerek, Yıldız'da; önceden keşfettikleri mekâna park etmiş ve bomba saatini çalıştırmışlardı.
Ancak Allahü tealanın hikmeti; Sultan Abdülhamid Han, Şeyhülislâm Cemaleddin Efendi ile ayaküstü yaptığı kısa sohbet sayesinde, paramparça olmaktan kurtulmuştu.
ONU, DÜŞMAN YORAMAMIŞTI AMA...
Osmanlı'daki çürüme ve çözülmenin hızlandığı yıllarda, çöldeki vaha misali olan Abdülhamid Han döneminin bitmek üzere olduğu anlaşılıyordu. Çünkü hem içeriden hem dışarıdan; akla ziyan yöntemlerle hücum ediyorlardı.
Emperyalistlere karşı destanlaşan bir mücadele veren Abdülhamid Han'ı İngilizler, Siyonistler, Ermeniler, Ruslar, Fransızlar yoramamıştı ama "yanında" yer alması gereken evlatları, düşmanın elindeki sopa olmuş, milleti için çırpınan Sultanın kolunu-kanadını kırmıştı.
Halbuki "Teknoloji getirsinler" diye, devletin imkânlarıyla Avrupa'ya gönderilen Jön Türkler, kendi milleti için çalışsaydı, İttihat ve Terakki dinamizmi ile Abdülhamid Han'ın siyasî dehası birleşecek ve tarihin seyri değişecekti. Ama tam aksine; bütün muhalifleri, "İttihat ve Terakki Cemiyeti" adı altında örgütleyen İngiltere, ideolojileri ve inançları farklı birçok kişiyi, "II. Abdülhamid'in tahttan indirilmesi" (Osmanlı'nın lidersiz bırakılması) ortak hedefinde birleştirmişti.
ÖNCE YETKİSİZLEŞTİRECEK; SONRA DEVİRECEKLERDİ!
Suikastın fiyaskoyla sonuçlanması üzerine, Cizvitlerin kontrolünde olan "derin İngiltere", Abdülhamid Han'ı yok etme konusunda "Tapınakçı yöntemler"in uygulanmasını öngörmüştü! Nitekim Selanik'teki kongrede; "iki aşamalı darbe"ye karar verilmişti! Önce "demokrasi" vadiyle Meşrutiyet ilan edilecek ve Meşrutiyet üzerinden "darbe" ile indirilecekti.
"Baskılara karşı Meşrutiyet talebi" gibi söylemler sadece algı operasyonundan ibaretti. 18. yüzyılda sahaya sürülen "Osmanlı'yı yıkma" plânı adım adım uygulanıyordu. Masonların Osmanlı coğrafyasında ilk organize olduğu bölge Balkanlar idi. İttihat ve Terakki Cemiyeti de tamamen "Mason Projesi" idi. Ettore Ferrari, Cenova'daki bir konuşmasında "Hükümet, 2. ve 3. Kolordulara bağlı tüm subayların Masonluğu seçtiğinin kokusunu alınca çok tepki gösterdi" demişti.
İttihatçılar için koruyucu bir "zırh" olan Selanik Macedonia Mason Locası, Yasak evrakı gizlemekten, gizli toplantılara ev sahipliği yapmaya kadar her adımda destek vermişti.[5]
Zaten bunu İttihatçılar da gizlemiyordu. Manyasizade Refik Bey ve Binbaşı Niyazi Bey, Fransız "Le Temps" gazetesinin yazarı Jean Rodes'e Selanik'te verdikleri 20 Ağustos 1908 tarihli röportajda "Farmasonluğun desteğine sahip olduğumuz bir gerçektir. Selanik'te birçok loca var. Özellikle Makedonya Rizorta ve Labor et Lux İtalyan Büyük Doğu'su bize çok yardım etti. Çoğunlukla Mason olduğumuz için localarda teşkilatlandık" demişti.
ZORLA "MEŞRUTİYET" İLÂN ETTİRDİLER!
[5] Orhan Koloğlu,
İttihatçılar ve Masonlar, Pozitif Yayınları, İstanbul 2012, s. 76-77.
Abdülhamid Han'ı devirmek üzere yola çıkan İttihat ve Terakki'ye Avrupa'dan para yağıyordu! İlk ödemeyi yapan Emmanuel Carasso, İtalyan Bankası'ndan aldığı 400 bin liralık 4 teneke altını, Cemiyet'e iletmişti. Carasso, Abdülhamid Han'ı devirdikten sonra, Meclis-i Mebusan üyesi bir Mebus(!) olarak, "Sultan Hamid'e 5 milyon altına yaptıramadığımız işi, İttihatçılara 400 bin liraya yaptırdık" diye övünmüştü.[6]
Nitekim fitne ve fesat merkezi haline gelen Makedonya-Selanik hattındaki bitmeyen suikastlar; seri cinayetler ve isyanlar, Sarayı çok zor durumda bırakmıştı. Kolağası Enver Bey, kendisine bağlı birlikleri alarak dağa çıkmıştı. İttihat ve Terakki Cemiyeti üyeleri, Saray'ı "telgraf yağmuruna" tutmuştu. Selanik, Manastır, Ohri vb. merkezlerdeki komitacılar, "Kanun-i Esasî'yi hemen ilân et ve Meclis-i Mebusan'ı aç" talimatı(!) veriyor, aksi taktirde 50 bin Arnavut'un İstanbul'a yürüyeceğini iddia ediyordu.[7]
Üstelik, payitahtta da etkileri artmıştı. Abdülhamid Han, tam bir "Mason Kuşatması"nda yapayalnız kalmıştı. FETÖ'nün devleti sardığı 15 Temmuz öncesinde olduğu gibi; itimat edebileceği yerli ve millî bir paşa bulamıyordu. Abdülhamid Han, Mason locaların taktik ve desteğiyle yürüyen süreç sonunda 24 Temmuz 1908'de; ikinci defa "Meşrutiyet" ilan etmek zorunda kalmıştı. Üstelik bu sefer, işin nereye varacağını çok iyi biliyordu.
24 Temmuz'dan önce, İttihatçılarla ilişkisi hatta varlığı bile gizlenen Mason Locaları, 25 Temmuz'daki sokak gösterilerinde; ilk defa Mason flamalarıyla katılmış, "Vatanı kurtaranlar" diye alkışlanmışlardı! Yahudiler için çalışan Masonlar için bu büyük bir başarıydı. Zira, 1908 darbesi sonrasında İttihatçıların omuzuna basarak iktidar olmuşlardı![8]
HER BİRİ, BİR SÜRÜ FELÂKETİN LİDERİ!
İttihat Terakki liderleri üzerindeki Haçlı- Siyonist etki, "iktidar" dönemlerinde de aynen devam etmiştir. Emmanuel Carasso tarafından, Eylül 1906'da "Mason" yapılan "Seyyar Postacı Talat"ın marifeti olan "Ermeni Tehciri" yüz yıldır, Türkiye'yi mahkum etmek için "soykırım" olarak kullanılmaktadır! Osmanlı ordusunu Alman gavuruna ipotek eden Enver Paşa, 85 bin canımıza mal olan "Sarıkamış Faciası"ndan sonra döndüğü İstanbul'da kendisini "kahraman" gibi karşılatmıştır!
[6] Ahmet Şimşirgil,
Kayı-X, II. Abdülhamid Han, Timaş Yayınları, İstanbul 2021, s. 221.
[7] Ziya Burcuoğlu,
II. Abdülhamid Han ve Yıldız Sarayı, İhlas Vakfı, İstanbul 2021, s. 74.
[8] Ahmet Kabaklı,
Temellerin Duruşması, Türk Edebiyatı Vakfı Yay., İstanbul 1993, s. 112.
Cumhurbaşkanı Özal'ın, "Arapları Osmanlı'ya karşı isyan ettirmek için İngilizlerden maaş alıyordu"[9] dediği Cemal Paşa ise fiyaskoyla sonuçlanan "Kanal Harekâtı"nı "nümayiş" olsun diye yaptığını söylemiştir. Daha da beteri, İngilizlerle işbirliği halinde Filistin'de İsrail devletini kurmak için her türlü hıyaneti işleyen "Yahudi Nili Örgütü", Cemal Paşa'nın koynunda ve korumasında faaliyet göstermiştir.
CHP'NİN MAYASINI BU MASON İTTİHATÇILAR KARDI!
Bize yıllarca "Hürriyet devrimi" diye yutturulan II. Meşrutiyet ilânının arkasında Osmanlı Bankası, yani Rothschild ailesi ve Tapınakçılar vardı. Bunun bir Haçlı- Siyonist operasyonu olduğu konusunda yerli yabancı bütün analistler mutabıktır.
İrlandalı Katolik Gerald Henry Fitzmaurice, 1908 hareketinin hatta Türkiye'deki her gelişmenin arkasında Masonların olduğunu söylemiştir.[10]
Necip Fazıl Kısakürek de, "Bu toy zabitleri, Türk vatanını batırmak isteyen Masonlar, dönmeler, kozmopolitler; tek kelimeyle 'Yahudi dehası' idare etti" demektedir.
İşte bu kadro, bir sonraki yazımızda anlattığımız entrikalarla Abdülhamid Han'ı devirmiş ve daha da büyüteceklerini iddia ettikleri ülkeyi, 10 yıl geçmeden batırmıştır. Sonrasında ise üniforma değiştirerek, tekrar "kurtarıcı" kılığında Anadolu'da örgütlenmişlerdir. Yani "Ankara Hareketi"nin tamamına yakını da "İttihatçı" zihniyetlidir.
Mustafa Kemal Paşa da, bu cemiyetin kuruluşunda yer almış ve Harp Akademisi son sınıfındayken İttihatçılara destek amacıyla yardım sandığı kurduğu için Bekirağa Bölüğü'nde 40 gün hapis yatmıştı.[11]
Ancak Enver Paşa yüzünden mesafe koymuş, I. Dünya Savaşı'ndaki İttihatçı hezimetinden sonra ise özellikle "İttihatçı karşıtı" görünmüştü. Hatta Suriye ve Filistin'de bulunduğu günlerde Cemal Paşa ile birlikte yaptığı at ticaretinden kazandığı parayla kurduğu "Minber" isimli gazetedeki yayınlarla İttihatçı olmadığı algısını güçlendirmişti.[12]
ŞİMDİKİ CHP, İTTİHAT TERAKKİ ZİHNİYETİNİN TEMSİLCİSİDİR
İşte "Halk Fırkası" (CHP), bu İttihatçı (yani din ve millet düşmanlığı) zihniyetini "kalıcı ve kurumsal" hale getirmek için kurulmuş bir "Yeni İTC"dir. Yol haritalarını daima "İttihatçı Zihniyet" belirlemiştir. Nitekim dönemin önde gelen isimlerinden Falih Rıfkı Atay, "Devrimler (inkılaplar) bizim, Meşrutiyet'ten beri güttüğümüz dava idi. Tabii, Mustafa Kemal'in cesaret ettiği kadar ileri gidemiyorduk ama radikal Türkçülerden (yani İttihatçılardan) idik" diyerek açıkça ifade etmiştir![13]
[9] Özal:
İhaneti Hasan Cemal'e sorun, Star, 19 Nisan 2016.
[10] Mim Kemal Öke,
Kutsal Topraklarda Siyonist ve Masonlar, Çağ Yay., İstanbul 1991, s. 152-153.
[11] Ahmet Yavuz,
Başkomutan, Kırmızı Kedi Yayınları, İstanbul 2001, s. 43.
[12] Murat Bardakçı,
İşte Atatürk'ün sansüre uğrayan o yazısı, Haber Türk, 10 Kasım 2013.
Sonrakiler de yüz yıldır aynı çizgiyi takip etmiş ve bunu açıkça dile getirmiştir. Asıl rota budur. Zaman zaman denedikleri "muhafazakarlaşma" seansları, "karganın ağzındaki peyniri kapmaya çalışan tilki" hesabı tamamen takıyeden ibarettir.
"Turpun büyüğü" 31 Mart Operasyonu'dur. Oscar ödüllü Hollywood senaristlerini ve yönetmenlerini gölgede bırakacak olan bu "Vahşi Tiyatro"nun; hiç bilinmeyen ilginç ayrıntılarını mutlaka okumanızı tavsiye ederiz.
YARIN: 31 MART VAKASI; BÜTÜN POST-MODERN DARBERİN ANASI
[13] Falih Rıfkı Atay, Çankaya V, Cumhuriyet Eki, Yenigün Yayıncılık, İstanbul 1999, s. 63.