Sionist İsrail rejimi tarafından Gazze’ye uygulanan ablukanın kırılması için, dünyanın çeşitli ülkelerinden 700 küsur ‘İnsan Hakları’ aktivistiyle ve IHH’nın öncülüğünde, uluslararası bir ‘Vicdan Hareketi’ olarak, Akdeniz’e açılan Mavi Marmara gemisinin, üstelik de uluslararası sularda, sionist haydutlar rejiminin silâhlı güçlerince barbarca bir saldırıya uğramasının 10. Yıldönümü idi, dün..
*
Sionist haydutlar rejiminin hiçbir savaş kuralı ve ahlâkı tanımayan vahşice saldırıları karşısında, son sözlerini ‘Allah’u Ekber!’ feryadlarıyla noktalayan ve yüksek insanlık ideallerinin en canlı ve örnek şâhidleri olmak mevkiine erişen, -inşaallah- ‘şehîd’ olan kardeşlerimin her birisinin yüksek ruhları için rahmet dileklerimi tekrarlıyorum.
*
Üzerinden 10 yıl geçtikten sonra o büyük teşebbüsün hazırlanmasında bir takım noksanlar olup olmadığının muhasebesi ve değerlendirilmesi yapılmalıdır. Üstelik, sionist haydutlar rejimi, bu teşebbüse müdahale edeceğini açıklıyordu. Bu ihtimal göz önünde bulundurulmuş muydu, yoksa bir blöf olarak mı görülmüştü? Ya da, o sefer hazırlanırken, ‘Eğer müdahale ederlerse, karşılık veririz..’ gibi açıklamaların o hareketin mahiyetine uygun olup olmadığı da, gelecekteki mücadelelerimize ışık tutacağı açısından değerlendirilmiş midir?
Ayrıca, bütün emperyalist güç odaklarının, hem de uluslararası sularda yapılan o barbarca saldırı karşısında suskunluğu tercih etmesi değerlendirilmiş midir? Esasen, İsrail diye bir rejim yok, başta Amerika ve Rusya olmak üzere dünyanın bütün şerr güçlerinin desteği sâyesinde, Müslüman coğrafyalarının kalbi mesabesinde olan Filistin’e saplanmış bir hançer vardır.
*
Bu arada belirtelim ki, o Mavi Marmara yolculuğunun bir takım sıkıntılarının olabileceği, Tayyib Erdoğan tarafından hatırlatılmış ve bu hatırlatma bazı kardeşlerin Erdoğan’a biraz soğuk bakmasına bile yol açmıştı. Ama, o arkadaşlar orada nezaretlere atıldıklarında, Erdoğan’ın devreye gireceğine ihtimal bile vermemişlerken; onun sert müdahalesiyle sağ-sâlim kurtarılmışlar ve hattâ başka ülkelerin aktivistlerinden niceleri de, TC. vatandaşı olanlara, ‘Erdoğan bizim için de devreye girsin..’ ricasında bulunmuşlardı.
Tabii bu arada, ekleyelim, o dönemde USA Dışbakanı olan Hillary Clinton da günlüklerinde, ‘Ahmed’in (Dışişleri Bakanı Davudoğlu’nun) gerekirse savaşı bile göze alabileceklerini söyleyecek derece kızgın olduğunu ve Türkiye’yi güçlükle yatıştırdığını’ yazmıştı.
*
Bu vesileyle tekrar hatırlanmalı ki, Amerika’sıyla, Rusya’sıyla ve diğerleriyle, bütün şerr güçler, sionist İsrail rejimini korumayı Ortadoğu siyasetlerinin temeli olarak görmektedirler.
Nitekim bugün, sadece Amerika değil, Rusya’nın da ‘İran’ın askerî güçlerinin Suriye’den çıkarılmasında ısrar ettiği’ anlaşılmaktadır. Bunun içindir ki, İran Meclisi’nde ‘Suriye’ye bu zamana kadar yatırılan 30 milyar doları geri almak’ sözkonusu edilmeye başlanmıştır. Ve Suriye’de kaybedilen İran’lı binlerce asker de yavaştan yavaştan dile getirilmekte.. Suriye’de izlenen o siyaset yüzünden diğer Müslüman toplumlarla ortaya çıkan soğukluğun nasıl giderileceği ise, daha bir ayrı konu..
*
Daha da önemlisi, Lübnan- Hizbullah lideri Hasan Nasrullah, iki hafta önce İran’ın Suriye’de Rusya’ya bir güç yarışında olmadığını dile getirdikten sonra; geçen hafta da, daha da acaip bir açıklama yaparak, ‘Suriye’nin İsrail’le savaş noktasına gelmemesi gerektiğini de dile getiriverdi; hem de İran medyasında!..
Bu sözlerin ne mânâya geldiği üzerinde derin derin durulmalıdır.
*
‘Ebedî değildir geceler; görelim meşime-i şeb’den/ gecenin karnından neler doğacak..’
*
Ve, Filistin Mes’elesi, sadece oradaki mahallî halkın değil, İslâm Milleti’nin tamamının meselesi olarak, ‘Mâdem ki zulüm vardır, cihad da olacaktır ve cihad olduğu müddetçe de biz varız..’ anlayışıyla, dünyevî zafere kadar sürecektir.