Bugün, Hicrî-Kamerî 1445 yılının ilk ayı olan Muharrem ayının 'On'uncu (Âşûrâ) Günü'dür ve muhakkak ki, hiç bir Müslümanın, kenarından teğet geçmemesi gereken bir dehşetli hâdisenin, facianın gerçekleştiği günün yıl dönümüdür.
O desise ve faciadan geriye, İslâm Milleti'nin kalbine saplanmış bir hançer kalmıştır ve hâlâ da vardır.
Hicretin 61. senesinde, yani Hz. Peygamber (s.a.v)'in dünyadan ayrılışı üzerinden henüz yarım asır geçmekteyken; meydana gelen o dehşetli facia, Hz. Hüseyin'in ve 72 yârânının, Kerbelâ'da; Yezid bin Muaviye'nin komutanlarından Ömer bin Saad komutasındaki güçler tarafından kuşatılıp kılıçtan geçirilmesi faciası, evet kenarından, teğet geçilemeyecek ve bugün de ibret alınması ve yolumuzu aydınlatması gereken derslerle doludur. O facianın şu veya bu tarafında olanlar arasında oluşan soğukluk, husûmet ve hattâ acı ve ağıtlar üzerine yükselen bir 13 asırlık grupçuluk tortusu, nasıl görmezlikten gelinerek, sadece iyiniyet manzûmeleri halinde, 'Haydi, birlik olunuversin!..' demekle geçiştirilemeyecek bir konudur.
O halde geliniz, bu konudaki bilgilerimizi, özet halinde 1-2 yazıda özetleyerek tazeleyelim...
*
Önce şunu belirleyelim...
Bugün var olan ikilik, başlangıçta elbette yok...
Hz. Peygamber (s.a.v)'in irtihalinden, dünyamıza vedâ edişinden hemen sonra...
Resul-ü Ekrem (s.a.v)'in halefi olarak İslâm Milleti'ni yönetme yetkisi, Medine'de, Benî Saide Sakîfesi'nde yapılan toplantıda, Hz. Ebubekir'e tevdi olundu; bir takım gerilimler de oluştuysa bile...
Aradan 4 sene kadar geçip, Hz. Ebubekir vefat ettikten sonra, onun vefatından önceki tavsiyesi esas alınarak, yerine Hz. Ömer, '2. halife' olarak seçilir! Onun 10 sene süren hükümranlığı sonunda, Hz. Ömer, öldürülür...
Hz. Ömer'e, yaralı olduğu 2 gün boyunca, yerine kimi tavsiye ettiği sorulur. Hz. Ömer, 'Ben kimsenin vebalini üstlenemem...' diyerek hiç kimseyi işaret etmez. Bazıları, oğlu Abdullah'ı kendi yerine tavsiye etmesini söylediklerinde de, 'Bir evden bir kurban yeter...' diye cevap verdiği bildirilir, o dönemleri anlatan ilk kaynaklarda.. Bu arada, Hz Aişe, ziyaretine gelir ve 'Bir karışıklık çıkmaması için, yerine birisini tavsiye etmesini' ister. Bunun üzerine, 6 kişilik bir 'şûrâ heyeti' oluşturulur ve o heyet de Hz. Osman üzerinde ittifak eder.
Hz. Osman dönemi başlar ve dahası, Hz. Peygamber (s.a.v) tarafından Medine dışına sürgüne gönderilen ve ilk iki halife tarafından da geri getirilmeyen Mervan b. Hakem'i, Medine'ye döndürür ve bu kişi, Hz. Osman'ın yönetiminde en etkili isimlerden birisi durumuna geçer.
Ve bu arada, Hz. Osman döneminde, kendisinin de mensup olduğu Beni Umeyye (Emevîler) diye anılan taifenin etkinliği, yönetime yönelik bir takım itirazları ortaya çıkarır. Ve bu gibi itirazlardan da beslenen ve fukara kesimlerin ayaklanması ile karşılaşılır. Medine, isyancıların eline geçer ve günlerce süren kuşatmalardan sonra, Hz. Osman ve hanımı Naile katledilir.
22 sene içinde, Hz. Ömer ve Osman'ın ikisinin de katledilmesinden sonra... Ortaya, riyaset / Hilâfet için kimse çıkmaz... Sahabenin hayatta kalan seçkinlerinden kimileri ya hayattan, ya da sosyal hayattan ortalıktan çekilmişlerdir.
Medine isyancıların elindedir ve Müslümanlar, Hz. Ali'ye gidip, 'Ümmetin başına geç...' diye yalvarırlar. O da, 'Bu hususta ilk söz sahibi olanlar Bedir Gazvesi'ne katılanlardır' der. Onlardan da bulunabilen iki isim, Talha ve Zubeyr'dir. Onlar gelirler, Hz. Ali'ye bey'at ederler, ve sonra diğerleri...
Kendisinden önceki üç halifeye de hiç müşkülat çıkarmamış ve onların en büyük yardımcısı olmasıyla bilinen Hz. Ali'nin seçilmesiyle, mesele çözüldü sanılırken...
Hz. Osman'ın kanlı gömleğini ve hanımı Naile'nin kesik eli, Şâm Mescidi'nde minberde teşhir edilir; katillerin cezalandırılması istenir.
Müslümanların elindeki diyarların en zengin bölgeleri olan Bilâd-i Şam'da (Şam beldelerinde) Muaviye bin Ebu Sufyan, (Hz. Ömer zamanından beri) vali olarak bulunmaktadır. Ve o zenginlik, komşu Roma /Bizans İmparatorluğu'ndan etkilenir; Şam, Medine'ye göre lüks bir hayat merkezine dönüşmüştür artık...
Bu arada, Hz. Ali'ye ilk bey'at edenler olan Talha ve Zubeyr, Kûfe ve Basra Valiliklerini isterler.
Hz. Ali buna yaklaşmaz... Bu arada, onlar da, Hz. Aişe'yi de kendi yanlarına çekerler ve Hz. Ali'ye karşı hazırlanan ordu, -maalesef- Hz. Aişe'nin, (bir 'cemel', yani deve üzerinden komuta ettiği için) 'Cemel Vak'ası' diye anılan muharebede, binlerce Müslüman savaşçı, birbirini kılıçtan geçirir. Sahabenin büyüklerinden Talha ve Zubeyr o savaşta hayatlarını kaybederler ve Hz. Ali, 'Peygamber Hanımı ve Umm'ul Muminîn sıfatını haiz) Hz. Aişe'yi, derin bir saygı içinde Medine'ye gönderir. Hz. Aişe'nin, sonraları, 'Keşke, Cemel Günü'nde Ali'ye karşı savaşmaktansa, anamdan hiç doğmamış olsaydım...' diye pişmanlığını ifade ettiği o döneme ait bazı kaynaklarda kaydedilmiştir.
*
Şam'dan ise, Hz. Osman ve hanımının katillerinin Şam'a gönderilmesi talepleri yükselir.
Mısır Valisi Amr bin Âs azledilir. Yerine Hz. Ebubekir'in oğlu Muhammed, Mısır Valisi olarak gönderilir. Entrikacı zekâsı yüzünden 'Arabın dehâsı' olarak bile anılmış olan Mısır Valisi Amr bin Âs, Muhammed'in yolunu kestirir ve bir katırını karnı yarılarak içine tıkılıp yakılır.
Hz. Ali, Şam'a da, Muaviye'yi azleden bir mektup gönderir ve o da kendi mektupçusuyla cevabını bildirir.
Cevap, boş bir kağıttır.
Hz. Ali sorar, 'Bu nedir?' diye...
Özel mektupçu, 'Bu, Şam'da Hz. Osman'ın katillerinin kendilerine teslimini istemek üzere 60 bin süvari hazır beklemektedir...' der.
Hz. Ali, 'Osman'ı ben mi öldürttüm ve suçlu yakalandığında da cezalandıracak olan biziz...' der.
Ve açıktır ki, Şam'ın o tavrı, bir 'isyan' işaretiydi.
Hz. Ali'nin ordusu yola çıkar. İki tarafın ordusu, Sıffîn denilen yerde karşılaşır.
Muaviye'nin ordusu yenilmek üzereyken, eski Mısır Valisi Amr bin Âs, Kur'an sahifelerini mızrakların ucuna taktırarak, 'Biz barış istiyoruz, hakeme başvurulsun...' dedirttirir.
Hakemler belirlenir.
Ancak, Hz. Ali'nin askerlerinden bir grup, hakeme gidilmesini ret ederler ve 'Allah'ın hükmünü kılıçlarımız belirleyecektir...' derler ve Hz. Ali'nin kontrolünden çıkarlar. Bunlara 'khevâriç' (Haricîler) denilir.
Hakem konusunda, Hz. Ali'nin temsilcisi, yaşlı bir zât olan Ebû Musâ el'Eş'arî; Muaviye'nin temsilcisi ise, Amr bin Âs belirlenirler.
İkisi de, günlerce süren uzun müzakerelerden sonra, Ali ve Muaviye'yi, her ikisini de azletmek noktasında birleştiler, güyâ..
Ebu Mûsâ, fikrini kumandanlar grubuna 'Ali'yi Hilâfet'ten azlettim...' diye açıklar.
Görüşünü açıklamak sırası kendisine gelen Amr bin Âs ise, 'Ben de Muaviye'yi Hilâfet makamına getirdim.' der...
Yani, dehşetli bir entrika...
Hz. Ali'nin eski askerleri olan ve Haricîler denilen grup, 'İşte haklılığımız ortaya çıktı... Ali de kâfir oldu, Muaviye de...' diye kılıca sarılırlar. Ali'nin siyaset bilmediği iddiası tekrarlanır. Hz. Ali'nin ise, 'Siyasetten maksat, entrika ise, eğer Allah korkusu olmasaydı, Arabın içinde benim gibi entrika kuran olmazdı. Ama, ne yapayım...' dediği, o zamana dair kaynak eserlerde nakledilir.
Ve Hz. Ali, Haricîlerin üzerine yürür ve 'Nehrevan Cengi'nde binlercesi katledilir.
Hz. Ali, eski askerlerinin 'tekfir' edilmemesini, günahkâr olarak, şer'î usûllere göre defnedilmelerini' söyler... Ama çok zâhid birisi olarak bilinen ve amma sonra Haricîler içinde yer alan Abdurrahman ibn Mulcem isimli kişi, Hz. Ali'yi öldürmeye karar verir ve Kûfe câmiinde namaz kılmakta olan Hz. Ali'yi hançerler, hem de daha hayırlı olsun diye, 'Leyle-t-ul-Qadr'i bekleyerek...
*
Ve böylece Muaviye bin Ebû Sufyan, tek siyasî güç olarak kalır ortada...
*
Henüz de Şiîlik-Sünnîlik diye, kesin çizgileri belirli bir ayrışma yoktur.. Ama facianın daha büyüğü oluşmakta- gelişmektedir.
*
(Kerbelâ'ya işte bu merhalelerden sonra, adım adım gelinmiştir. Bu facianın devamını da, -yazı günüm olmasa da, istisnaen-, yarın yazmaya çalışalım, inşallah...)