İlginç bir haber: Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg’in 2020 yılında ABD başkanlığına aday olacağı konuşuluyor.
Haberi Prof. Selçuk R. Şirin köşesinde yazdı. Sadece bunu yazmakla kalmadı, bu yolda attığı üç adımı da yazdı.
Bu adımlardan en ilginci Zuckerberg’in çıktığı “Dinleme Turu”. 50 eyaleti gezecek ve dertleri dinleyecek.
Düşündürücü.
Aslında Zuckerberg ülke yönetmeye çok da yabancı değil. Zira aslında 2 milyar insandan oluşan Facebook ülkesini yönetiyor. Facebook halkına çeşitli hizmetler sunuyor ve “Facebook reklamı” adı altında da vergi toplayarak bütçesini oluşturuyor.
Hatta Mark’ın Osmanlı’nın yükseliş dönemi padişahları gibi “toprak genişletme” sevdalısı olduğu da söylenebilir. Ordu yollayarak fethetmiyor da, yeni çıkan başarılı girişimleri satın alarak alanını genişletiyor. Instagram ve WhatsApp örneklerinde görüldüğü gibi.
Dediğim gibi, pek yabancılık çekmeyecek. Nüfus veritabanı olarak mevcut sistemi devreden çıkarıp Facebook veritabanını kullanmayacağını tahmin edebiliriz ama Facebook’un nimetlerinden hiç yararlanmayacağını da söylemek saflık olur.
Neyse, konumuz bu değil.
Zuckerberg’in adaylığı ve potansiyel başkanlığından yola çıkıp bunun dünyayı nasıl bir yere götürebileceği üzerine biraz kafa yoralım.
Düşünsenize Facebook’un CEO’sunu, yani Mark’ı Facebook’un 2 milyar üyesi oy vererek seçseydi…
Yahut Tim Cook yerine Jobs’dan sonraki CEO’yu Apple kullanıcıları seçime giderek belirleseydi…
“Nasıl olacak ki o” diyorsunuz değil mi? Kulağa mantıksız geliyor. Oysa devletler böyle yönetiliyor, yönetimi kullanıcıları, yani halk seçiyor.
Ama özel sektörde işler öyle yürümüyor. Zuckerberg hizmeti 2 milyar Facebook kullanıcısına veriyor ama hesap vermeye gelince muhatabı kullanıcıları değil.
Hesabı ise yönetim kuruluna ve yatırımcılara veriyor. Kullanıcının da kafası rahat, kimin yönettiğiyle uğraşmak, tercih yapmak yerine ürünü / hizmeti kullanmanın keyfini çıkarıyor.
Beğenmediği hizmeti kullanmıyor, o hizmete para ödemiyor. O hizmet bir süre sonra devreden çıkarılıyor.
Peki ya ülkeler de bu mantıkla yönetilseydi?
CEO-BAŞKANLIK SİSTEMİYENİ BİR YÖNETİM ŞEKLİ OLABİLİR Mİ?
(Yazının bundan sonraki kısmı bolca hayalperestlik içerir)
Düşünün, belki 100 yıl sonrasındayız. Devir değişmiş, çağ değişmiş, bakış açıları farklılaşmış.
Devletin yönetimi (Yani hükümet) periyodik sürelerde (1, 2 ya da 4 yıl) ihaleye çıkarılıyor.
Bu ihalede halkın tüm taleplerinin karşılanması var.
İş çok büyük bir iş olduğu için muhtemelen konsorsiyumlar giriyor olacak ihaleye. Konsorsiyumun finansal yatırımcı ortakları paralarını koyacaklar ortaya. Ve alınan para bütçeye konulacak.
İhale ile başa gelen yönetim, vatandaşa servisler satmaya çalışacak. Örneğin Netflix üyeliği alır gibi kapıdan çöpün gelip alınması hizmetini aylık 14.99 USD’den satacak. Hizmeti almak isteyen alacak.
Hatta devletin sunduğu hizmetleri özel sektör de sunabilecek. Böylece devlet tekelciliğin hantallığına düşmeyecek.
Ve en önemlisi hükümet vatandaşın parasını değil, kendi bütçesini harcıyor olacak. Ya da yatırımcısının parasını harcıyor olacağı için yatırımcı CEO’nun, yani devlet başkanının ensesinde boza pişirecek.
Devletler, ordu gibi milli ve manevi yönü güçlü ve önemli olan unsurlarında bile “profesyonel askerliğe” geçiyorken, belediyeler çöp toplamaktan, kültür-sanat merkezlerinin yönetimine kadar birçok işi ihale ile özel sektöre veriyorken yukarıda yazdıklarım neden olmasın?
İhale sürecinin sonunda da halk o konsorsiyumdan memnun kaldıysa yeni ihaleye o konsorsiyum tekrar girebilecek, memnun kalmadıysa konsorsiyum bir daha katılamayacak.
Böylece yönetime gelen CEO, kendisinin o halkın en tepesindeki isim gibi değil, o halkın kendisine hizmet etsin diye tuttuğu bir taşeron olduğunu bilecek.
Bazen kutunun dışından bakmak iyi oluyor.
Böyle gelmiş böyle gidecek dersek daha iyi yöntemleri nasıl düşüneceğiz?
Dünya değişirken, insan değişirken onları idare etme mekaniği aynı kalabilir mi? Mutlaka değişecek.
Siz de bana mail ile yazın, sizce gelecekte devletler nasıl olacak?