Bugün uğursuz ve necâsetli 12 Eylül Darbesi’nin 32. Yıldönümü. Kısa yazacağım:
Bu alçakça hareket TSK’nın üçüncü açık iktidar gasbı, yâni üçüncü kere bağırta bağırta Türk Milleti’nin ırzına geçme vak’asıdır.
Irz düşmanlarının Elebaşısı ve bir iki yardakçısı hâlen ber-hayatdır.
Gerçi askerlik nâmus ve haysiyetinin yüzkarası olan bu zorba ikide bir artık ölmek istediğinden dem vurmaktadır ama ben henüz saatinin çalmaması için gece gündüz duâkârım.
İstiyorum ki birkaç yıl daha yaşasın ki mahkeme kapılarında haysiyeti biraz daha kırılsın!
Öbür Dünyâda Atatürk’le karşılaşmalarını da çok isterdim ama maalesef mümkin görünmüyor, zîrâ Yüce Önder Cennet’de, bunun gideceği yerse belli.
Ama mûcize kabîlinden karşılaşsalardı Atatürk bunun suratına bir Osmanlı tokadı mı indirirdi yoksa sâdece tükürmekle mi iktifâ ederdi doğrusu câlib-i alâkadır.
Ancak bütün bunlar bir yana 12 Eylül Hâilesi’nin arkasında duran asıl gücün Washington olduğu vâkıası da kat’iyyen unutulmamalıdır. Çünki 1979’da İran Humeynî Devrimi gerçekleşmiş ve yine aynı yıl (sâbık) Sovyetler Birliği (Rusya) Afganistan’ı işgâl etmişdi.
Ondan ötürü Washington’daki planlamacıların bölgeye “göz kulak” olacak ve kendi emirlerinden de çıkmayacak iri kıyım ve gözüpek bir bar fedâisine ihtiyaçları vardı. Gerisini merâk ediyorsanız bastırırsınız teklikleri devâm ederim, yoksa nanay!
Köpek Kızım Ayla’yla kedi Kızım Cin’in (nâm-ı dîger İrigöz’ün) mamalarını her akşam Hazret-i Hızır getirip kapının önüne bırakıyor sanıyorsanız yanılıyorsunuz.
***
Yazılarını kazanç ve ilgiyle okuduğum Erdal Şafak dün Amerika’nın “aktüelcandüşmanı” İran’ı tıpkı Irak gibi parçalayarak meflûç hâle getirme ve parçalarla dilediğince oynama planlarından bahsetdi.
Böyle bir planın tahakkuku hâlinde o parçalardan en önemlisi tabii Âzerbaycan olacak.
Âzerîler, gerek tek yumurtadan ikiz kardeşimiz ve gerekse coğrâfî bakımdan direkt komşumuz olmalarıı bakımından bizim için yaşamsal stratejik ve kültürel öneme sâhib bir milletdir. (Cümledeki “yaşamsal” kelimesine dikkatinizi çekerim! Demem o ki yabancı dilse bizde o da var!) Türk “politika eliti”nin bu Âzerbaycan konusunu ne kadar “yakıynen” izlediğini 1991’de Bakû’da bizzat yaşamışdım.
Bakan seviyesindeki bir politikacımız havaalanında kendisini karşılayanlara “Ay, nekadar da iyi Türkçe konuşuyorsunuz! Nerede öğrendiniz?” sualini yöneltmişdi de ben ossaat sırtüstü yuvarlanıp bir müddet yerde debelenmiş, ağzımdan beyaz köpükler gelmiş ve sonra oracıkda katılıp kalarak ancak üç saat kadar sonra şuuruma tekrar kavuşabilmişdim.
Müteâkıben sekiz ay kadar da psikolojik tedâvî gördüğümü hatırlıyorum. Ama Allahdan bünye sağlamdı da atlatmışdım. Bitirirken şu bilgileri vereyim, belki işinize yarar: Âzerbaycan bugün ikiye bölünmüş bir ülkedir. Kuzeyde 85.000 km.2’lik Âzerbaycan Respublikası (Cumhûriyeti) vardır. Nüfûsu 8,9 milyondur ve bunun da 8,3 milyonu Türkdür (Âzerîdir).
Ülkede 120.000 Rus ve bir o kadar Ermeni vardır. Bağımsızlık arefesi 1979’da Rusların ve Ermenilerin sayısı 475’er bin kadardı.
Güney Âzerbaycan denilen yer ise İran toprağıdır.
78 milyon İranlıdan yüzde 35’er kadarı Fars ve Âzerîdır. Halkın yüzde yedi ilâ on kadarı Kürdür.
Fakat İran’da doğru dürüst bir nüfus sayımı yapılamadığından bu verdiğim rakamları kayd-ı ihtiyatla ele almak iyi olur.
Yâni ileride, efendim, Yağmur Bey bizi yanıltdı da ondan kötü yola sapdık, filan demeyin lütfen!
İranlıların neden doğru dürüst bir sayım yapamadıklarını ise tam olarak bilmiyorum. Belki atom bombası yapmakdan ona vakit bulamıyorlardır.