Kendi yolunu, tercihini, duruşunu savunanlara kimsenin lafı olamaz. Fikir ve ifade hürriyeti var. Demokrasilerde, hakaret etmeden, kin ve nefret söylemine sarılmadan fikrini ifade edene kimsenin bir şey demeye hakkı olamaz.
Nuray Mert, Cumhuriyet’ten gönderildiğinde ben Cumhuriyet yönetimini haklı buldum. Ancak yanlışları şuydu: Baştan, o yazarla ilgili ileride böyle bir durumla karşılaşabileceklerini bilmeliydiler. Cumhuriyet’in yayın ilkeleri belli. Bunlara ters bir fikir savunacaksan bunu başka gazetede yapabilirsin.
Her gazete için geçerlidir bu kural. Mesela her dönemde medyada siyasi duruş açısından iktidar yanlısı, muhalefet yanlısı bir ayrışma olmuştur.
16 Nisan referandumunda yüzde 52, yüzde 48 gibi bir ayrışma olduğunu hepimiz gördük. Cumhurbaşkanlığı seçiminde de benzer bir ayrışma vardı. Bu fotoğraf aynen medyaya da yansıyor.
İsim vermeyeyim, isimleri siz düşünebilirsiniz; mesela filan yazara Hürriyet gazetesinde yazdırırlar mı? Hele Sözcü gazetesinin kapısından içeri koyarlar mı? Ya da falan yazar, Sabah’ta ya da Star’da yazabilir mi?
Kaldı ki o söz konusu yazarların kendileri de fikir ve düşüncelerine ters yayın çizgisi olan gazetelere hiç gitmek isterler mi? İstemezler… Hani deriz ya Müslüman mahallesinde salyangoz satılmaz.
Sıkıntılı ve yanlış olan şudur: Yayın çizgisini yıllardır benimsediğiniz gazetenizde, arkadaşlarınızı üzen, okuyucuyu tedirgin eden bir duruşa savrulmaktır.
Gazetenizin belli konularda belli çizgisi, duruşu vardır.
Star gazetesi, 17/25 Aralık sürecini Erdoğan ve AK Parti’ye karşı siyasi bir darbe teşebbüsü olarak görüyor. Bütün yazarları aynı fikirde. Üstelik bu darbe teşebbüsünün FETÖ tezgâhı/kumpası olduğu, delilleriyle ortaya çıkmışken siz, “ama rüşvet/yolsuzluk iddiaları, saatler vardı…” diye başa dönerseniz, “aradan şu kadar yıl geçti, ne oldu şimdi?” sorusu elbette sorulur.
CHP için bu FETÖ tezgâhının, AK Parti surlarında gedik açmak için ve 30 Mart 2014 yerel seçimlerini etkilemek için, daha sonra MİT TIR’ları ihaneti ile birlikte nasıl fırsata dönüştürülmek istendiğini de görmüştünüz, biliyorsunuz...
FETÖ tapelerinin, CHP Grup toplantılarında kesin delilmiş gibi nasıl gösterildiğini, dinletildiğini de biliyorsunuz… Tam da ABD’de Zarrab ve Halk Bankası yöneticileri üzerinden, bazı bakanların isimleri üzerinden bir düğmeye basılmışken, “siz neden sahne alıyorsunuz?” denmez mi?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “bu işlerin arkasından pis kokular geliyor” derken, sizin o kokuları hiç almıyor olmanız da bir problem değil mi?
Bir de sadece siz dürüstmüşsünüz, vicdan, hukuka saygı sadece sizde varmış gibi tepeden bakarsanız, sizi böyle tanımayanları da üzmüş olmaz mısınız?
FETÖ’nün HSYK’sını parlatanlardan, 28 Şubat’ın acımasız Erbakan düşmanlarından destek almanız ise düşündürücü bir ikaz değil midir?
Başka temel konu. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun Ankara-İstanbul yürüyüşü asla adalet için değildi. Kendi genel başkanlığını sağlama almak ve Enis Berberoğlu üzerinden köşeye sıkışmanın verdiği bir politik atraksiyondu. Gazeteniz ve köşe yazarlarının hepsi böyle düşündü. Siz, kalkar da hem de “adalet adına” der, hukukun üstünlüğüne olan ihtiyaçtan dem vurarak Kılıçdaroğlu güzellemesi yaparsanız, en yakın arkadaşlarınız bile “ne oluyor?” demez mi?
Sadece kendinizi objektif, vicdanlı buluyorsanız, olabilir. Ama sizinle yıllardır aynı kulvardaki insanlar size eleştiri yöneltiyorsa, hiç mi “acaba ben hatalı olabilir miyim?” sorusu aklınıza gelmez?