Önce önemli bir haberi birlikte okuyalım, ardından bizi ve bölgemizi ilgilendiren boyutlarını konuşalım:
‘Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bakanlar Kurulu’nca hazırlanan terör örgütleri listesine Müslüman Kardeşler Teşkilatı (İhvan), Şii Husi hareketi ve El Kaide bağlantılı Ensar El Şeria örgütü de dahil edildi. Listeye, İhvan’a verdiği destekle bilinen ve şu an Katar’da olan Mısırlı ünlü alim Yusuf El Kardavi’nin de dahil edildiği iddia ediliyor.
Listede en dikkat çeken ayrıntı ise Suriye’de rejime karşı mücadele veren birçok grubun terör listesine alınması. Bunlardan en önemlileri rejime karşı mücadele eden en büyük koalisyon İslami Cephe bünyesinde yer alan Ahrar-ü Şam ve Liva Tevhid grupları.’ ( Haberin ayrıntıları dunyabulteni.net adresinde )
Mısır’daki askeri darbenin meşru iktidarı devirmesi ve inanılmaz bir baskı atmosferi oluşturması, sadece bu ülkenin kendi iç dengelerinde ortaya çıkan bir gelişme değildi. 3 Temmuz 2013 darbesinin ardından BAE, Suudi Arabistan ve Kuveyt, darbe yönetimine milyarlarca dolarlık yardımda bulundular. Bu paketin yaklaşık 20 milyar doları bulması bekleniyor.
Kuşkusuz darbe gerçekleşirken, bu yardımların ve desteklerin planlaması yapılmış olmalı. Aksi takdirde Sisi’nin başını çektiği darbecilerin Msır’ın kendi dengelerinde bu kadar rahat hareket etmeleri sözkonusu bile olamazdı. BAE’den gelen yeni açıklama ise, İslam dünyasına dönük yeni ‘dönüştürme’ hamlesi üzerinde Londra’nın şekillendirdiği zihin haritasının bir parçası olarak okunmalı.
Bu başlık altında konuşacağımız herşeyi doğrudan ilgilendiren G20 zirvesi Avustralya’da devam ederken, Suriye başlığı altında önemli açıklamalar geldi. Başbakan Ahmet Davutoğlu, ABD Başkanı Barack Obama ile temaslarının ardından özetle şunları ifade etmişti:
‘Bütün bu temaslar gösterdi ki, ABD ile aramızda ortak bir perspektif var. Suriye’nin geleceği konusunda, yani Suriye’nin hem Esad, hem de IŞİD sorunundan kurtulması konusunda farklı düşünmüyoruz. Sadece bazen senkronizasyon pürüzü olabiliyor. Türkiye, Suriye sorununun hemen bitirilmesinden yana ağırlık koyuyor. ABD ise Irak deneyimi nedeniyle daha temkinli.’
Obama ise dün yaptğı açıklamada, Esad rejiminin meşruiyetini kaybettiğini, ancak rejiimi devirme konusunda bir planları olmadığını söyledi. Bu açıklama hem Başbakan Davutoğlu’nun ‘temkin’ diye ifade ettiği kapsamda görülmeli, hem de zirveyi ‘Benim yolum uzun’ diye erken terkeden Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in tavrıyla birlikte okunmalı.
Belli ki Türkiye’nin Suriye konusundaki net tavrına ABD tarafı eşlik etmeyecek, bir başka deyişle edemeyecek. Bunun sürpriz olmadığı ortada. Yazının başında aktardığım haberle birlikte düşünürsek, ABD’nin başını çektiği bloğun, Suriye ve diğer örneklerde mevcut haliyle İhvan ve benzeri iktidar modellerine geçit vermeme kararında olduğu görülebilir.
Diğer yandan tüm bunlar, Ankara’nın bu konuda Moskova ile daha yakın olmasının şartlarını da iyice olgunlaştırmış olacak. Esasen uzun süredir bu ilişkinin zemininde olması gerekenler, özellikle Türkiye’nin kendi dengelerinde şaşırtıcı bir hızla şekilleniyor. Ancak önce Gezi, ardından 17-5 Aralık darbe girişimlerini en azından şimdilik atlatmış görünen siyasi iktidar, yakın coğrafyasında ortaya çıkan yeni iktidar arayışları ve modelleri üzerinde söz sahibi olmak için hayli çaba göstermek zorunda.
AK Parti iktidarını ısrarla ‘Türkiye’nin İhvan hareketi’ olarak göstermek isteyenleri, son 45 yılın siyasi tarihinde ortaya çıkan etkileşim üzerinden kısmen de olsa mazur görebiliriz. Ancak bu vurgunun sanıldığı kadar masum olmadığını, şu sıralar İhvan modeli üzerinde oluşturulan çemberle birlikte daha doğru okumak zorundayız.
Bizi kolay bir dönem beklemiyor. Ama bu zoru başaracak dinamiklere sahibiz. Sadece bunlara, sahici, samimi ve aynı zamanda soğukkanlı bir duruşla yeniden bakabilmek gerekiyor.