Geçtiğimiz hafta sonunda Atina’dan dönerken Başbakan Davutoğlu Kıbrıs sorunun çözümü konusunda umutlu olduğunu, Yunanistan ile birlikte önemli adımların atılabileceğini, ancak bunları açıklamasının şimdilik mümkün olmadığını söylemişti.
Bu hafta sonu gazeteler Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun KEİ toplantısı münasebetiyle bulunduğu Atina’da mevkidaşı Venizelos ile New York’ta ameliyat olan Cumhurbaşkanı Anastasiadis’i ziyaret etme önerisinde bulunduğunu yazdılar.
Umarız bu ziyaret gerçekleşir, umarız Türkiye ya da Yunanistan geri adım atmaz, Kıbrıs sorunun çözümünün önündeki bir engel daha aşılır. Türkiye Dışişleri Bakanı Yunanistan Dışişleri Bakanı ile birlikte adanın öte yakasına gider bir tabu daha yıkılır.
***
Korkum bu teşebbüsün tanıma/tanınma tartışmalarına kurban edilmesi, Çavuşoğlu’nun Anastasiadis’i adaya hangi kapıdan girerek göreceğine, görmesinin tanınma anlamına gelip gelmeyeceğine indirgenmesi.
Sorunu yakından takip edenlerin bildiği gibi bu ve buna benzer hemen tüm güven arttırıcı önlemlerde usul esasın önüne geçiyor, yapılacak her jest mütekabiliyete dönüştürülüyor. Bir şeyin karşısında bir başka şey beklendiğinden adım atılamıyor.
Eğer amaç gerçekten jest yapmak, Anastasiadis’in üstündeki iç baskıları hafifletmek, Rum kesiminde Türkiye’ye karşı duyulan güvensizliği gidermekse, Çavuşoğlu adaya Larnaka üstünden gitmeli, ziyaret yöntemi konusunda şimdiden bir başka mutabakat yoksa, bu açıklamanın siyasi büyüsünü bozmamalı.
Kimse kaygılanmasın ya da heveslenmesin, Türkiye Dışişleri Bakanı’nın gerçekleşecek olursa böylesi bir ziyareti adanın güneyine hakim olan yönetimin Kıbrıs’ın tümü üstündeki egemenlik iddiasının tanınması anlamına gelmez.
Unutmayalım ki Türkiye Kıbrıs Cumhuriyeti’nin varlığını da, GKRY’nin kendi kontrolü altındaki topraklar üstündeki yönetim yetkisini de tanımaktadır. Bu keyfiyeti 29 Temmuz 2005 tarihli deklarasyonla zaten açıklamıştır(*). Tanımadığı Rum yönetiminin adanın tamamı üstündeki egemenlik iddiasıdır.
Bu iddiayı tanıyor olması 1967 yılından bu yana sürdürülen çözüm çabalarını inkar anlamına gelir. KKTC’deki askeri ve siyasi varlığının nedenini açıklamaz. Kıbrıs sorunu diye bir sorunun olmadığına işaret eder. Hiçbir aklı başında devlet böylesi bir ziyaretten egemenlik iddiasının tanınması diye sonuç çıkartmaz.
Yapılmak istenen ortamı yumuşatmak, tarafların çözüm iradesiyle masaya dönmesini sağlamaktır. Müzakereler bir kez daha başladıktan sonra tarafların üstünde çoktan mutabakata vardıkları ama varmamış gibi yaptıkları konular üstünde anlaşması zor değildir.
Anlaşmanın olmaması halindeyse sorumlu Türkiye ya da Türk tarafı olmayacak, Uluslararası Kriz Grubu’nun, Economist gibi dergilerin dillendirmeye başladığı Washington’un da artık bariz bir şekilde üstünde düşündüğü iki devletli çözüm gündeme girecektir.
***
Çavuşoğlu’nun Atina ziyareti Türkiye diplomasisinin ne denli esnek ve yaratıcı olduğunu dünyaya bir kez daha göstermektedir. Türkiye kendi pozisyonuna ve çıkarlarına zarar vermeden formüller üretebilmektedir. Ancak önemli olan bu ve benzeri çabaların gereksiz kaygılarla ve beklentilerle akamete uğramamasıdır.
Tıpkı Kıbrıs gibi Türkiye’nin Suriye ve Mısır konusunda yeni inisiyatifler geliştirebileceğinin sinyalleri gelmektedir. Cuma günü TİM önderliğinde düzenlenen Boğaziçi Zirvesi’nde konuşan Başbakan Yardımcısı Arınç’ın söyledikleri dış politikamızda önemli açılımların olabileceğine işaret etmektedir.
Vurgulamaya bile gerek yok; Türkiye’nin Mısır ile ilişkilerini normalleştirmesi, Rusya önderliğindeki Suriye sorununun çözüm çabalarına destek vermesi, en başta kendisini rahatlatacak, bölgesinin istikrarını sağlayacak, yakın ve uzak komşularıyla olan ilişkilerinin niteliğini değiştirecektir. Mısır ve tabii ki Suriye, Ortadoğu’nun ve Körfez’in kapılarını açarken, Kıbrıs AB ve ABD ile olan ilişkilerde sıçrama sağlayacaktır...
(*) Deklarasyon için bkz: http://www.mfa.gov.tr/no_123—-29-temmuz-2005_-1963-ankara-anlasmasi_ni-tum-ab-uyelerine-genisleten-uyum-protokolu-hk_.tr.mfa