Müslümanlığımızın gereğini yerine getirmekle mükelleftik hani...
Ondan bir adım öncesinde insanlığımızın gereğini yerine getirmek de boynumuzun borcuydu hani...
Hani biz inancımızı yitirince “esfeli safilin”, inandıkça “eşrefi mahlukat” olurduk; inanmıştık hani...
Önce kendimizden sonra ailemizden; ardından mahallemizden, apartmanımızdan, çevremizden başlayıp topyekun “iyiliği emredip, kötülükten nehyedecektik” hani...
Hani biz “yalan dünya” deyip, ahiret için hazırlık yapacaktık.
“Bu dünya ahiretin tarlası”ydı hani... Ektiğimizi biçeceğimizi bilecektik hani...
Öğrenci evlerindeki, mahalle sohbetlerindeki buluşmalarımız, “eşrefi mahlukat” olmayı öğütleyenlerle onların dizinin dibine çökmüşlerin buluşmasıydı hani...
Sokakta kavgaya tutuştuğumuzda, üniversite kantinlerinde mescit için ettiğimiz kavgalarımızda tek hesabımız vardı; hani... “Allah’ın rızası!”
***
Moderniteye söyleyecek söz bulamayıp teslim olmak üzereyken... Postmodern dünyanın içinde bulduğumuzda kendimizi, “Kır bu evin putlarını İbrahim ne olursun” diyebilmek yerine, mevcut ile uyumu “kutsadık” mı, ne?
En güzel, en şık, en pahalı... En modern, en güncel, en en..!
Bize yakışan neydi?
Paris kreasyonu mu, Milano mu, New York mu?
Afgani mi, Mısri mi, Farisi mi?
Neydi bize yakışan?
***
Namaz bize haram kılındı belli
vakitler!
Niye?
Tan ağarırken...
Güneş tam tepedeyken...
Ve elbet batar iken...
Niye?
Niyesi belli:
Mecusilere benzemeyelim diye!
Davul da çalmadık namaza çağırmak için, boru da öttürmedik...
Niye?
Niyesi belli: “Bize has olsun” için!
Biz de heykel gelişmedi.
Niye?
Çünkü, Allah’ın uluhiyetine, birliğine, varlığına, ezeli ve ebediliğine, benzemezliğine “şerik” olmasın için!
Bize Hazreti Peygamber’den gelen miras da bellidir...
İddiamız, “adalet”, “ahlak” ve doğruluk üzerineydi, hani!
***
Beni karamsarlığa iten nedir diye sorduğumda gözümün önünde beliriyor İslam dünyasının yangın yerine dönmüş haritası.
“Artık İslam İslam’la savaşacak” diyen Kissinger aklına teslim olmuşluğumuzdur... O teslim oluşa giden yolda döşenen her bir taşın üzerine basıp menzilimizi yitirip ufuksuzlaşmamızdır.
En nihayet, “meşru irtibat”, “meşru ilişki” , “meşru hayat”ın ötesinde bir davranış biçimi olarak “gavurlaşma” eğilimi bizi teslim almıştır!
Moğollardan sonraki en kavurucu olanı yaşıyoruz.
Dilerim ki bir Yunus çıkar içimizden bir Yesevi çıkar...
Bir Hacı Bektaş çıkar belki bir Veli Hacı Bayram!
Bir Endülüslü Zidyar çıkar belki...
Bize irfanı, bize hakkı, bize adaleti, bize kulluğu tekrar hatırlatır..
Yıkılmış olanı inşa eden!
Yetiş Ya Muhammet yetiş ya Ali..!