Kaç gündür, iki sanatçıyı (Müjdat Gezen ve Metin Akpınar’ı) tartışıyoruz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı tehdit ettiler mi etmediler mi, darbe imasında bulundular mı bulunmadılar mı? (Metin Akpınar “darbe” imasında bulundu. Çok açık!)
Müjdat Gezen, tescilli bir muhalif olarak (kendi kendini tescil ediyor), “Korkmadığını... Eleştirilere devam edeceğini” söylüyor. Kenan Evren zamanında, ayağına zincir vurulduğunda korkmamış, şimdi mi korkacakmış! Asıl onlar korkmalıymış... Onların korkuları dağları aşmış belli ki... O kadar çok korkuyorlarmış ki...
Buradaki “onlar” kim?
Müjdat Gezen kimi işaret ediyor?
Muhtemelen “korktuğunu”, korktuğu için de sağa sola dava açtığını düşündüğü Erdoğan’ı...
Konumuz “korku” ya da “cesaret” olsaydı, “onlar” diye kodlanan siyasetçi(ler)in, hangi durumlarda bu insani refleksi gösterdiklerini, daha doğrusu “korkmaları” gereken durumlarda neden farklı bir pozisyonu temellük ettiklerini konuşabilirdik. Verimli bir tartışma olurdu bu. Çıplak elleriyle tanklara doğru yürüyen insanlarla, tank görünce tabanları yağlayıp “güvenli” deliklere sığınan insanlar arasındaki farkı anlamaya çalışırdık ve niçin bazı muhitlerde tankların alkışlandığını sorardık. Mesela, bize “korku”nun retoriğini yapan Müjdat Gezen’in, neden o muhitlerde çok sevildiğini çözmeye çalışırdık.
Konumuz “eleştiri...”
Müjdat Gezen, dilini de kesseler, yine de Erdoğan’ı eleştirmekten vazgeçmeyeceğini söylüyor.
İyi söylüyor...
Niye vazgeçecekmiş ki hem?
Daha doğrusu, niçin eleştirmeyecekmiş ki?
Eleştirecektir, (varsa) hatalarını söyleyecektir...
Bunu ister kendini muarızı ya da rakibi yerine koyarak yapar, isterse düşüncesini ifade etmek isteyen bir sanatçı ya da vatandaş kimliğiyle yapar.
Pozisyonunu kendisi seçsin.
Bana sorarsanız, Müjdat Gezen kendi kendine kuruntu yapıyor, kendi kendine gaz veriyor.
Kimsenin ona, “Neden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı eleştiriyorsun?” dediği yok.
Hâkim de bunu demeyecektir... En fazla, “Niçin saygısızlık ediyorsun? Niçin eleştirilerinde kıyıcı bir dil kullanıyorsun?” diye soracaktır.
Kaldı ki, “kıyıcı dil” cezayı gerektirmiyor.
Bir insan eleştirilerinde ve tavır alışlarında saygısızlığı temellük etmişse ve bunu bir “yordam”a dönüştürmüşse, en fazla “saygısız” der geçersiniz.
Müjdat Gezen de bunlardan biridir.
Saygısızdır.
Saygısızlığı yordama dönüştürdüğü ve “eleştirilerinde” (!) standart gözetmediği için (bazı siyasetçileri kayırma yoluna gittiği için), kötü niyetli bir adamdır.
Metin Akpınar’la hâkim karşısına çıkmalarına neden olan programa gelince... Müjdat Gezen, evet, kötü niyetli ve kıyıcıydı ama açıkça “hakaret” ihtiva eden bir ifade kullanmadı. Şahidiz...
Sıkıntı, sorguya alınıp bırakıldıktan sonra başlıyor.
Sorguda acayip pısırık bir hal ve yüksek empati...
Sorgu çıkışında “yürek mi yedi bu?” dedirtecek delişmen ve cesur bir dil...
Sonra gelsin “zincirler”, “prangalar”, “faşizm”ler...
Hiç kimseden korkmayan (zincirden ve prangadan bile korkmayan) cesur Müjdat Gezen, matine suare küfredildiği halde hukuktan başka bir yol bilmeyen “diktatör” Erdoğan’dan mı korkacak?
Korkmayacak.
Korkmasın da zaten... Ama tescilli faşizm dönemlerinde hangi pozisyonu aldığını, hangi cesur çıkışı gerçekleştirdiğini, özgürlüklere dahledenlere ne tür itirazlar yönelttiğini de bir hatırlatıversin.
Bilelim.
Bilelim de, biz bari saygısızlık etmeyelim bu cesur sanatçıya?