Hac, ilahi bir maksat taşıyan yolculuğun ismidir. Zilhicce yani Hac ayına girdik ve Kuranı Kerim’de övgüyle sözü edilen mübarek on günlerin içindeyiz.
Dikkat günlerindeyiz. Rikkat günlerindeyiz. Rabıta-irtibat günlerindeyiz.
Dikkatimizin, tüm dünya meşguliyetlerinden sıyrılarak,Yaradıcımızın istikametine çevrildiği günlerdeyiz. Yıl boyunca gezip uçuşan idrak, bir fuar gezgini gibi dolaşan gözler, artık bir yerde sabitlenecek, olgunlaşacak ve o yer İslam’ın Kıblegahı, Allah Teala’nın ‘evim’ dediği Beytullah olacak. Şimdi dikkat kesilmenin vaktidir. Çünkü Kıble, Müslümanın vuslat yeridir, kavuşma sathıdır. Hac zamanında bütün dikkatler, Allah rızasına uygun gerçekleştireceğimiz ibadetlerde toplaşır. Hacının her anı, ibadetlerle çevrelenir, ya tavaftadır, ya namazda, ya Kur’anda, ya Zemzem’de, Sa’y’de... Ama her anı (ister istemez) ibadete dönüşür Hacı’nın. Haccın en görkemli yönü ise, bu ibadetlerin kalabalıkla gerçekleştirilmesinde yatar. Ve fakat garip bir kimyası vardır bu haleti ruhiyenin; hem tekbirlerle gürleyen bir tavaf selinin içinde akarsınız, hem de aynı anda kalbinizle konuşur, ağlaşırsınız. Kusurlarınıza, eksikliklerinize, çaresizliklerinize, küçüklüğünüze, acziyetinize bakar, sessizce ağlar, ağlarsınız. Ağlayın. Çünkü bu Ev, Rabbinizin evi, yabancı yerde değilsiniz. Ağlayın, çünkü burada Rabbinizin misafirsiniz, yabancı değilsiniz. Siz Allah için geldiniz. Tüm dikkatiniz O’na teksif olurken, dünya küçülür, azalır, yükü hafifler.
Ve Zilhicce’nin on günleri, rikkat zamanlarıdır. Kendimizi dünyanın galeyanlarından bir nebze olsun çekebilsek, kalbimize dönebilsek... Kalbin yaprakları şefkatle titrer. Biraz sükunetin vaktidir, biraz yüzü dünyadan çevirmenin, biraz içimize bakmanın loş demleridir, serin vezinleridir. Ateş denizinden selamet sahiline bakmanın zamanıdır. Alevlerin içinden gül ibrişim ağaçlarına doğru yönelmenin zamanıdır. Kısmet böyleymiş, nasip bu kadarmış diyerek, dünya masasından bir nebze de olsa kalkmanın zamanıdır. Rikkatli dinleyişlerle, tabiatın seslerine, sözlerine kulak açma demidir. Kimisi baktığında ‘’kuru yapraklar’’ görür, ama siz aynı yerde, karşılıksız sevmenin sessiz şahitlerini görürsünüz. Her yaprak bir gün dalından düşer, toprak olur, insanlar üzerine basıp geçer. Rikkatle baktığınızdaysa, hiç bir şeyi ezip geçemezsiniz. Zilhiccenin on gününde, ezmeme, kırmama, basmama, çiğnememe vardır. Ve ikram etme, “İstediğiniz şeylerin hepsi buyurun sizin olsun” diyerek kenara çekilme. Dünyayı isteklilerine bırakma. İtikafa çekilme demleridir...
Ve rabıta, irtibat kurma zamanıdır. Ahiret ile Kur’anı Kerim’de anlatılan nasihatlerle, ölümden sonrasıyla, kıyametle, cennetle, bizden evvel vefat etmiş dostlarımızla irtibat... Ve elbette Peygamber Efendimizle (sav) rabıta kurma vaktidir. Hacca niyet, bu irtibatın en müşahhas halidir. Hac için yola çıkarken, evime dönüp son kez baktığım anda, sanki ölmüşüm de ahirete doğru akıyormuşum gibi gelmişti... Yıllardır okuduğum Kevser Suresine, Kureyş Suresine gidiyordum sanki, Fatiha’nın içine doğru... Sanki Mekke-i Şerif’e, Medine-i Münevvere’ye vasıl olduğumda, sahabelere rastlayacakmışım gibi, sanki onlar hiç gitmemiş gibi, sanki Ravza-i Mutahhara’sında bizi bekleyen Son Peygamber, bizleri tek tek tanıyormuş, tek tek isimlerimizi biliyormuş, sanki başımızdan geçenlerden haberdarmış, sanki O da (sav) bizi bekliyormuş gibi, sanki doğduğumuz eve gidiyormuşuz gibi... Bir heyecan, bin bir heyecan...
Hac, şereftir. Müslümanların, dünya debdebesine meydan okuyarak kuşandıkları incecik ihramlarla, istikametlerini Allah’a yönelttikleri ibadettir. Müslümanların ümmet olduğu, aslında büyük bir aile olduğumuz, en güzel haliyle burada idrak edilir. Mazlum kardeşlerimizin hicranına, garip kardeşlerimizin duasına katılırız. Tüm kusurlarıyla birlikte katıldığı aminlere baktığında, insanın bir kere daha Kelime-i Şehadet getirip müslüman olası gelir. Hac, şereftir...