Suriye sadece Suriye değildir. Rusya, eski Sovyet Sosyalist Birliği’nin mirasçısı olarak, askeri gücü ve sosyalist Baas rejimiyle yakınlığı nedeniyle Esad Suriyesi’nin parçasıdır.
İran, Şii mezhepçiliğini devlet ideolojisi yapan bir ülke olarak, Baas rejiminin dayandığı mezhepçi azınlığın hamisi sıfatıyla Esad Suriyesi’nin parçasıdır.
Suriye geçen yüzyılın başında Avrupa’nın Osmanlı ile savaşının sahasıydı, yüzyılın ortasında Baas rejiminin iktidara geliş sürecinde de Sovyetler ile Batı’nın savaş alanı oldu.
Bugün aradaki fark, İran’ın da Rusya’nın yanında bu savaşa katılmış olması.
Her defasında ölenler, evleri başlarına yıkılanlar, ocakları sönenler Suriye halkları oldu.
‘Büyük güçler’ siyasi-diplomatik-askeri savaşlarını onlar üzerinden verdiler.
Varlıklarını, kendilerine krallık koltuklarını emanet eden Batı’ya borçlu olanlar, engel olamayacakları savaşta kendi küçük hesaplarına yatırım yaptılar, yapıyorlar.
Türkiye’nin de aralarında bulunduğu diğer çevre ülkeler ise Suriye ve genelde Ortadoğu’daki ateşten yanmamak, dumanında boğulmamak adına ‘etkisiz’ kalmayı tercih etti.
Bugüne kadar...
Çünkü etkisiz kalmak işe yaramadı.
Bırakın dumanından korunmayı, ateşi de yaktı.
Çünkü ateşten üreyen yapılar alevleri yakar top gibi çevrelerine fırlatarak etki alanlarını genişletiyorlar.
Baas rejimi de öyle yaptı.
Zaten Türkiye de farklı bir durumda değildi.
Batı ile Sovyet sistemleri aynı tarihlerde Türkiye halklarını çatıştırarak bir başka savaş yürütüyordu.
Türkiye’ye ‘devrim ateşi’ ihraç edemeyen Sovyetler Birliği, PKK terör örgütünü Hafız Esad yönetimine ‘kurdurarak’ terör ateşi saldı...
Eh, Türkiye de ateşlenmeye hazır bir ‘Kürt sorunu’ üretmiş miydi, maalesef evet!..
Batısında, ortasında, kuzeyinde ve güneyinde bir ‘devrim’ ateşi yakılamamıştı ülkenin. Ama güneydoğusu kıvılcım bekleyen kuru otlar gibiydi...
Ve çabuk tutuştu.
Bugüne kadar...
Türkiye ilk kez ezberini bozdu; çevresinde ve topraklarındaki yangını ‘seyretmeyi’ değil söndürmeyi denedi, deniyor.
Batı ve Rusya-İran blokları ise ezberlerini bozmadan, bedelini başka ülkelerin, başka insanların yıkım ve ölümle ödediği bir savaş yürütüyor.
Bu nedenle Suriye’deki savaş bir iç savaş değil, bir küresel güç savaşıdır.
Yine bu nedenle Türkiye’de PKK terörü bu savaştan, bu savaşın iplerini ellerinde tutanlardan bağımsız değildir.
Türkiye, başlangıçta Beşar Esad’ı demokrasiye ikna etme çabasıyla, sonrasında ‘halkların kazanacağı bir devrim’e destek vermesiyle ABD, Avrupa, Rusya ve İran’ın elindeki iplere dokundu.
Dahası, doğrudan kendisini hedef alan PKK terörünü bitirme inisiyatifi başlatarak en önemli ipi ellerinden almaya kalkıştı!
Büyük güçler, kendi ülkelerini yakmaması için, aralarındaki güç savaşını başka topraklarda, başka insanların kanıyla yaparlar.
Bu ‘vekalet savaşları’nı durdurmaya kalkışmak, savaşı kendi ülkelerine taşımalarını istemekle eşdeğer...
Ve kabul edilemez!..
Türkiye aslında yeni olmayan bir şey öneriyor;
Kendi ülkenizde de savaşmayın ama başka ülkelerde başka halkları da kendi adınıza savaştırmayın!
Oysa ABD, demokratik ülkelerle çevrili bir Ortadoğu coğrafyasının İsrail’in terör düzeni için zararlı görüyor; DAEŞ’e müdahaleyi öldürmeyecek seviyede tutuyor; ABD askeri yerine ‘bağımsız devlet’ vaadiyle PYD’yi sahaya sürüyor; İran’ın Irak Şiileri’nden milis ordusu kurmasına izin veriyor.
Avrupa ülkeleri ve Rusya kendi içindeki ‘radikaller’in Suriye’ye gidip ölmesinden mutlu. Bu yüzden ‘hala’ Suriye’ye giden savaşçıları Türkiye’ye tam olarak ihbar etmiyorlar.
Türkiye, barışık yaşamayı ‘denemeye’ bile izin vermeyen bir kısır döngüyü kırması için önce kendi halkına yönelen terörün ipini koparmak zorunda.
Kendi içindeki, mikro iplerle aynı odaklara bağlı olanlara rağmen.
Yapılacak bir şey yok; bazı zihin tarlaları çok önceden sürülmüş...