Türkiye, Kürt nüfusun bulunduğu diğer üç ülkeden farklı olarak, vatandaşı olan Kürtlerin yaşadığı sorunları aşmak ve terörün beslendiği damarları kesmek konusunda siyasi çözüm yolu arayan tek ülkedir.
Adına Çözüm Süreci denilen süreç büyük bir cesaret ve samimiyet içeriyordu. Bir devlet projesiydi. Bütün siyasi riskini ve sorumluluğunu ise “bu taşın altına sadece elimi değil gövdemi koyuyorum” diyen Tayyip Erdoğan ve onun liderliğindeki AK Parti yüklenmişti.
Sivil siyasi, hukuki, ekonomik, psikolojik tüm boyutlarıyla devreye sokuldu çözüm imkânı. Akil İnsanlar Türkiye’nin tüm illerini, ilçelerini, köylerini dolaştı, halkı dinledi, raporlar hazırladı. TBMM 6551 sayılı “Terörün sona erdirilmesi ve toplumsal bütünleşmenin güçlendirilmesine dair kanun” çıkararak devletin ve milletin sahiplendiği çabanın arkasında durdu.
Türkiye terör örgütüne şunu diyordu: “Silahı bırak, dağdan din, mağaradan çık. Burası demokratik bir hukuk devleti, varsa sağlamlığına güvendiğin bir görüşün, çık halkın karşısına anlat. Yeter ki Kürt çocuklarının kanına girmeyi, insan öldürmeyi bırak.”
Terör unsurlarına deniyordu ama aslında bölge halkı başta olmak üzere tüm Türkiye ve dünya şahit ediliyordu buna. Kürtler artık biliyor ve anlıyordu ki bu devlet onların da devletidir, Kürtler bu aziz milletin kıymetli bir parçasıdır. Türkiye’nin çözüm sürecindeki en büyük kazanımı bu oldu bana kalırsa.
Nitekim bölge halkı terörün pençesinde geçen o zorlu yılların ardından kısa dönem rahat etti. Turizm patladı, yatırımlar arttı, Türkiye’ye inanç tazelendi.
En büyük değişim ise PKK ile hesaplaşmada yaşandı. Kürt anneler HDP’li Diyarbakır Belediyesi’nin bahçesine gelip dağa kaçırılan çocuklarını istemeye başladı PKK’dan ve HDP’den.
Ama aranan muhatap hiç bulunamadı. PKK ve sivil ayağındaki partiler, yapılar ABD’nin Suriye’de vaat ettiği çalıntı toprak parçasına, burada Hasan Cemal’in seslendirdiği “ne aldınız ki silah bırakıyorsunuz” ayartmasına o kadar teşne idi ki, sürecin çözüm boyutu hızla tepetaklak oldu.
2013 baharında başlayan süreç 2015 yazında sona erdi. Bu süre içinde Gezi, Uludere, Reyhanlı, Kobani başta olmak üzere FETÖ, PKK, DEAŞ ve DHKP-C’nin aynı merkezden yönetildiğini görmemize yarayan onlarca, yüzlerce olay oldu.
Kamuoyunun sabrı tükeniyordu. İçinde bulunduğum heyetlerle birlikte yaptığımız görüşmelerde HDP’li yetkililere bizzat yönelttiğim “süreç tek taraflı yürümez, neden devreye girmiyorsunuz, oyunu aldığınız halkın çözüm umudunu heba etmeyin, halkın iradesini PKK’ya teslim etmeyin” eleştirilerine karşı da orada değildi muhataplarımız.
PKK’nın kanlı suiistimali, HDP’nin şımarık havai halleri ve Türkiye solunun küf kokan söylemiyle devreye girenlerin kimliği ve akıbet kısa sürede anlaşıldı.
Nitekim HDP’nin 7 Haziran’da süreci destekleyen Kürtlerin oyuyla güçlenmesinden hemen sonra, 15 Temmuz 2015 günü KCK lideri Bese Hozat “Yeni süreç devrimci halk savaşı sürecidir” diyerek çözüm sürecini bitirdi, hendek terörünü başlattı. HDP oyuyla meşruiyet kazanan örgüt eşiğine patlayıcı gömdüğü evleri Kürtlerin başlarına yıktı.
Yeni hedef yine Bese Hozat’ın ilanıyla “Erdoğan’ın düşürülmesi” idi. Suriye ile eşzamanlı özerklik ve kanton ilanları, çoklu terör saldırıları yaşandı. Son denemeyi FETÖ yaptı.
15 Temmuz 2016 tam bir milat oldu Türkiye için. FETÖ’nün devletin ve milletin içinden kazınıp atılmasıyla ilk kez gerçek anlamda başarılı bir terörle mücadele yapabildi Türkiye.
İçerdeki temizlikten sonra sıra sınır ötesine geldi. Önce Fırat Kalkanı, şimdi Afrin Zeytin Dalı.
Kürtlere musallat olan ve aslında bünyeyi sarıp mümkünse öldürmeyi, olmadı zayiat verdirmeyi, zayıf düşürmeyi amaçlayan kanserli hücrelerden terörden temizleniyor Türkiye. Adım adım sağlığına kavuşuyor.
Çözüm Süreci de bunu hedeflemişti. Öyle olmuyorsa böyle olur.
Silahını gömmeyip o silahı Türkiye’ye çeviren elbette silahıyla birlikte gömülür.