Fenerbahçeli Emre o sözü gerçekten söyledi mi, bilmiyorum. Söylediyse bile, iddia edildiği gibi ırkçı saiklerle söylediğini sanmıyorum. Çünkü, bir defa, ırkçılığın “kültürümüzde yeri olmadığı” bir hakikat. İkincisi özellikle “zenci düşmanlığı”nın bizde bir karşılığının olmadığı da ayrı bir hakikat. Tam aksine bizim toplumumuzda zencilere karşı belirgin bir sempati vardır. Özellikle Amerika kıtasındaki Afrika kökenlileri oradaki beyazlara tercih ederiz. Zencilere yönelik ayrımcı uygulamalar hepimizde ırkçılığa karşı nefret oluşturmuştur.
Dolayısıyla Emre’nin basın toplantısında kendisini savunurken söylediği “ırkçılığın kültürümüzde yeri olmadığı” sözübir hakikatin ifadesi. Ne var ki bazıları bunu kabullenmek istemiyor. Oradan, buradan örnekler getiriyorlar. Şu da mı ırkçılık değil, bu da mı ırkçılık değil şeklinde itirazlar dile getiriyorlar. Oysa “bizim ülkemizde ırkçı fikirleri olan bir insan bulunamaz” demiyoruz ki! “Kültürümüz bu duygunun yeşermesine, bu düşüncelerin oluşmasına uygun bir zemin özelliği taşımıyor” demek istiyoruz.
Ne farkı var bizim kültürümüzün peki? Şöyle izah edeyim: Irkçılık toplumsal bir hastalık. Yani içinde yaşadığımız toplumun yapısıyla ilgili bir problem. Toplumun yapısındaki problemlerin iki sebebi olur. Biri kültürel. Yani geçmişten beri sürdürülen davranış kalıplarının, yerleşik bakış açılarının, kökeni araştırılmaksızın meşru ve haklı görülen tutum ve anlayışların oluşturduğu zihniyet dünyası.
İkincisi bu zihniyet dünyasının da oluşumunda az çok pay sahibi olan ekonomik çıkarlar. Basit bir örnek: Afrika’dan kaçırılıp getirilen zenci kölelerin durumunu meşrulaştırmak için bir dayanağa ihtiyaç duyarsınız. Yalnızca bunun için değil, sınaî üretiminizin hammadde ihtiyacını karşılamak için giriştiğiniz sömürge faaliyetinin ortaya çıkardığı trajik sonuçları da meşrulaştırmak için aynı gerekçeye ihtiyaç duyarsınız. O zaman insanların eşitliğini reddeden bir “ontolojik hiyerarşi” icat edersiniz. Bazı insanların bazı insanlardan daha üstün olmasını sağlayan doğuştan özellikleri olduğu görüşü buradan çıkar.
Batıda ne görse bizim ülkemizde de olmasını arzu eden batı özentilerinin moralini bozmak istemem ama “ırkçılığın bizim kültürümüzde yeri olmadığı” sözü tarihsel bir dayanağa sahiptir.
***
Tarihsel dayanak demişken “Zenci Musa” geldi aklıma. “Zenci Musa”mız... Önce Mehmet Niyazi’nin, sonra Ahmet Özcan’ın gayretleriyle tanıdığımız büyük adam. Mehmet Akif’in “Eşref Bey’in emireri Zenci Musa” diye bahsettiği Teşkilat-ı Mahsusa kahramanı. Afrika kökenli bir Osmanlı vatanseveri. Batı emperyalizmine karşı mazlum milletlerin kurtuluş mücadelesi olarak gördüğü Birinci Dünya Savaşı’ndaki kahramanlıkları dillere destan.
Savaş bitince millî mücadeleye destek için İstanbul’a dönen Musa’ya emekli maaşı bağlamak isterler. “Ben bu fakir milletten emekli maaşı alamam!” diye reddeder bu teklifi. Gümrükte kâhyalık teklifine ise “Ben kâhyalık yapmam! Onu yaşlı bir Müslüman’a verin. Orada hamallık işi varsa yaparım” cevabını vererek Karaköy Gümrüğü’nde hamallık yapmaya başlar. Bu arada hastalanır, öleceğini anlar. Millete yük olmamak için hastaneye gitmek yerine, bavulunu alıp Özbekler Tekkesi’ne gidip yerleşir. Orada rahmete kavuşur. Bavulundan üç parça eşya çıkar sadece: Malta’da esir bulunan komutanı Kuşçubaşı Eşref’in fotoğrafı, kefen bezi ve bir Osmanlı haritası.