Günümüzde entelektüelin altı özelliği öne çıkar: 1- Angaje olmak: Düşünürler eylemcilere dönüştü. 2- Yapı tutkusu: Entelektüel iktidar ilişkilerinin, sanatsal yapıların, toplumsal örgütlenmelerin ve ekonomik ilişkilerin yapısına tutkuyla bakar. 3- Kavramsallaştırma sarhoşu: Kadim entelektüellerin fikirlerini kendi zamanının renkleriyle boyayıp yeniden görünür hale getirir. 4- Kördür: Entelektüel adeta Tanrının kırpmadan gören gözüne sahip gibi, basılı ne varsa okuyan biridir. 5- Sürü dışında değildir: Bunlar sosyal bir kategori oluştururlar. Mahalleleri vardır. okuyan biridir. 6- Müstehzidir: Entelektüel, her bir yeni haberi veya iddiayı üst perdeden bir tebessüm ile karşılar.
Altı yıl önce dikkatimi çekmişti, Georg Büchner ödüllü edebiyatçı Martin Mosebach’ın entelektüel hakkındaki değerlendirmeleri. Özellikle zamane entelektüel için kullandığı “İlgi alanı hakkında sahip olduğu bilgi, hiç bir şey bilmemesine yol açacak kadar fazla” ifadesi unutulacak gibi değildi.
Türkiye’de kamuoyunu ve özellikle sosyal medyayı domine eden, sağda, solda, yukarıda ve aşağıda, velhasıl bilimum mahallelerde arz-ı endam eden entelektüellerimizi düşünürken, Ahmet Çiğdem’in twitterdaki “...elini bir taşın altına koma, bir talep makinası mısın sen?” şeklindeki isyanı, Mosebach’ı yeniden hatırlamama yol açtı.
Mosbach günümüz entelektüelinin altı özelliği üzerinde durur.
Bunlardan biri angaje olmaktır. Eskiden siyasetçi ile entelektüel arasındaki ilişkide iki eğilim göze çarpmaktaydı . Birinci eğilim, entelektüeli siyaseten bilgisiz ve gereksiz görür ve onun kamu düzenini bozmamasına dikkat ederdi. Diğer ise entelektüeli ilginç bulur, akşam yemeklerinde onu dinlemekten zevk alır, ama yine de kamu düzenini bozmaması için gerekli tedbirleri alırdı. Düşünür ile eylemci birbirinden ayrı kavramlar ve figürlerdi.
Kelime oyunlarının gizlediği gerçekler
Ama günümüzde gazeteci ve yazarlar siyasal ağırlıklarının farkına varınca, “angaje” entelektüel ile tanıştık. Kamuoyu, sorumluluk altına girmeden talep etmeyi mümkün kılan yegane siyasal güç haline geldi. “Reel olan”dan “mümkün olan”a doğru bakışını değiştiren entelektüel, bir bakıma, rüyalar dünyasından ayrılıp etkiye açık gerçeklikler zeminine ayak basmaya; uçuşup giden gazete sayfalarının üzerine çöktüğü gerçekliğe nasıl deprem yaşattığını görmeye başladı. Düşünürler eylemcilere dönüştü.
Kelimelere hükmedenler yeni dönemde siyasete de ve siyasal gerçekliklere de hükmetme şansı elde etmeye başladı. Tabi kelimelerle oynayanlar, gerçeklerle oynamayı öğrenmekte gecikmedi.
Mosbach'ın bu metaforunu kullanarak yolumuza devam edelim: Entelektüel, kelimelerden beklediği itaati siyasal ve sosyal gerçekliklerden de beklemeye başladı. Gerçeklikler zeminine ayak basarken, bu gerçeklikten hareketle “mümkün” olanı yeniden okuma yerine, bu gerçekliği kendi fildişi kulesinde ürettiği hakikat tasavvuruna uydurmaya çalıştı. Bu gelişmenin onları toplum mühendisliğine, devrimciliğe, radikalizme ve tabii ki maksimalizme doğru savurması ve siyasal mücadelelerin doğrudan tarafı haline getirmesi kaçınılmazdı.
Mosebach şöyle devam ediyor: Bu hale gelen entelektüel, siyasal mücadelede muzaffer olanın karşısında yer aldığında “sorumsuzluk” ayrıcalığının ortadan kalktığını gördü. Yanında yer aldığında ise aynı hızda o tarafın propaganda aracına dönüştü. Hatta o tarafın düşünce polisine dönüşmekten imtina etmedi.
Mosebach’ın altını çizdiği ikinci özellik “yapı tutkusu”dur. Entelektüel iktidar ilişkilerinin, sanatsal yapıların, toplumsal örgütlenmelerin ve ekonomik ilişkilerin yapısına tutkuyla bakar. Mekanizmaya odaklanır, insanı da sadece mekanizma olarak görür. Gözleri röntgen gibidir. Renk, güzellik, çirkinlik, hoşluk vs gibi insani olana değil, iskelet gibi sağlam gerçekliklere odaklanır. Bakmakla yetinmez, anlamaya çalışır. Anlama temel kavramdır. Ama anlama onu affetmeye götürmez, aksine “anlamak halletmektir” sloganına sarılır. Anlama, hızla absorbe etmeye ve zararsız hale getirmeye götürür.
Üçüncü olarak “kavramsallaştırma sarhoşu”dur. Kadim entelektüellerin fikirlerini kendi zamanının renkleriyle boyayıp yeniden görünür hale getirir. Bu da daha önce hiç kullanılmamış kavramların üretilmesiyle mümkün. Daha çok entelektüelin kendi iç dünyasında karşılığı bulunan bu kavramların şehvetli bir şekilde kullanımı, ona parlaklık ve çekicilik bahşeder. Yeni kavramlarla ambalajlanmış bu kadim fikirler, salyangoz gibi karmaşık bir evi sırtında taşımaya mahkum edilmiş vaziyette. Dinleyicinin pek bir şey anlayamamış olması çok da önemli değil.
Aynı mahallenin entelleri!
Bu entelektüel, dördüncü olarak, “kör”dür. Entelektüel adeta Tanrının kırpmadan gören gözüne sahip gibi, basılı ne varsa okuyan biridir. Onun ilgi alanına henüz yazılmamış, ama yazılması gerekenler de girmekte. Karşısında hiç bir kesinlik duramaz. İlgi alanı hakkında sahip olduğu bilgi, hiç bir şey bilmemesine yol açacak kadar fazla. Araştırıp bilgiye yüklendikçe içindeki, ortak referans namına kesin ve emin olunan ne varsa, çökmekte. Bir tünel açma makinası düşünün. Büyük bir uğraşıyla tünel açıp ilerlerken açtığı tünel, hemen ardından peyder pey çöküyor. Aynen öyle...
Beşinci olarak entelektüel “sürü” dışında değil. Bunlar sosyal bir kategori oluştururlar. Mahalleleri vardır. Bireysel entelektüelin, aynen tenis maçında olduğu gibi, topun bir oyuncu tarafından karşılandığı anda hemen başını ötekine çeviren bir seyirci gibi, ortaya yeni çıkan bir tezi hızla antitez olarak kabul edip sonrasına odaklanma özelliği, bunlarda yoktur. Maç seyretmez, gol atma çabasına girerler. Eylemcidirler. Kendilerinin dışında entelektüel olabileceğini kabul etmezler. Birbirlerine benzer ve aynı mahallenin dilini kullanırlar. O mahallenin içinde daima haklıdır, önünde giden koyunun arkasına odaklanıp kopmamayı şiar edinmişlerdir.
Son olarak “müstehzi”dir. Ne de olsa gülmek genç gösteriyor. Bu entelektüel, her bir yeni haberi veya iddiayı üst perdeden bir tebessüm ile karşılar. Absürdite ve ironi karşısındaki rahatlatıcı bir gülüş değildir bu. İlk olarak lise son sınıflarının arka sıralarında kendini gösterir. Diyaloğa açık değildir. Uzlaşmaz bir tebessümdür. Muhatap rahatsız olmaya ve sinirlenmeye başladığında, gülüş kaskatı kesilir, çehrede yumuşak ve solgun bir tepkisizlik belirginleşir. Zaferin hafif belirtileri görülmeye başlar. Karşı taraf görüşünü tutkulu ve ciddi bir şekilde savundukça, entelektüel gülüşünde kendini o oranda emin hisseder. Zira ona göre tutku ve ciddiyet gizli bir nahoşluğun veya zafiyetin gayri iradi delilleridir. Başkasının söylediği her sözün tırnak içine alınması gerektiğini bilir. Alt metinleri okuma bir tutkudur adeta.
Böyle işte...
Entelektüelin nasıl olmaması gerektiğini anlatan bu ifadelerin alt metnini okuyup, nasıl olması gerektiği üzerinde kafa yoralım mı?