Çalıştığı firmada Suriyeli bir arkadaşı var oğlumun. Bir gün arkadaşı onu evine davet ediyor. Hoş beşten sonra Suriyeli arkadaşının çocuklarını akşamın serinliğinde sitenin parkına götürmüşler. Park cıvıl cıvıl çocuk kaynıyor. Çocukların hemen koşup aralarına karıştıklarını düşündüyseniz, yanılıyorsunuz. Ben de öyle düşündüm. Ama öyle olmamış. Çünkü diğer çocuklar, ailelerinin telkiniyle Suriyelidirler diye onları aralarına almıyorlarmış. Hatta tertemiz çocuk fıtratıyla oynamak isteyen çocuğu, pencereden sarkan annesi, "Oğlum! Uzak dur Suriyelilerden!" diye uyarmış. Suriyeli çocuklar da böyle olacağını zaten bildikleri için kenarda boynu bükük beklemişler. Diğer çocuklar yorulup gittikten sonra oynamaya başlamışlar ancak. İçimi burkan bu sahne tanıdık geldi.
Firavun'un zulmünden kaçıp kızgın çölleri aşarak Medyen'e sığınan Musa Peygamber, bir kuyunun yakınındaki ağacın gölgesinde dinleniyor. İnsanlar kuyunun başına toplanmış koyunları için su çekiyorlar. İki genç kız bir kenarda onların işlerini bitirmelerini bekliyorlar, koyunlarına su çekmek için. Boynu bükük duruyorlar. Mısır'a sonradan gelmiş mülteci bir kavmin çocuğu olduğu için gördüğü manzara Musa'ya tanıdık geliyor. Kızların yanına gidiyor ve böyle, boynu bükük beklemelerinin sebebini soruyor. İhtiyar bir babamız var, diyorlar, bu insanlar da yabancı olduğumuz için, kendi koyunlarına su vermedikçe bizim kuyudan su çekmemize izin vermiyorlar. Babaları Şuayb Peygamberdir. Allah tarafından bu kavme gönderilmiştir. Özgürleştirici tevhit mesajını reddettikleri gibi yabancıdırlar diye onu ve çocuklarını dışlıyorlar. Hikâye Kur'an'da ayrıntılı olarak anlatılır.
Kur'an'ın bu tür hikâyeleri anlatmasının sebebi, tevhidi özgürlükçü tavır ile şirk esaslı zulüm tavrının her zaman ve her mekânda tekrar ettiğini göstermektir.
Aynı tavrı Amerikan polisinin sırf siyah olduğu için ayağıyla boynuna basıp nefessiz bırakarak öldürdüğü Floyd'un hikâyesinden hatırlıyorsunuz. Geçenlerde İsrail polisi de bir Filistinli çocuğu bu şekilde nefessiz bırakarak öldürmüştü. Avrupa sınırlarında kaç mültecinin bu şekilde öldürüldüğü saymakla bitmez. Denizlerde boğularak ölenleri saymıyorum bile. Ülkemizde de mültecilerin, kendilerinden farklı düşünenlerin, farklı giyinenlerin, farklı inananların nefes almasına tahammül etmeyen, fırsatını bulsalar denizde değil, bir kaşık suda boğacak olan bir beyaz adam zihniyeti etkindir ne yazık ki. Kocaeli'nde bir otobüste çarşaflı bir hanımefendiye çarşafından dolayı etmedik hakaret bırakmayan bayanın videosunu çoğunuz görmüşsünüzdür. Tarihi tevhitle yoğrulan özgürlük yurdunda bu tür manzaralar kahrediyor insanı. Neyse ki ülkemizde hala Musa'nın özgürlükçü tavrından izler taşıyan insanlar var da çığırından çıkmak üzere olan bu farklı olana, yabancı olana, dindar olana, özgürlükçü olana düşman zihniyete dur diyebiliyorlar. Kocaeli'ndeki otobüste olduğu gibi.
Kur'an, her zaman ve her mekânda zalimlerin bu şekilde benzer tavırlar sergilemelerinin sebebini "kalpleri birbirine benziyor" şeklinde izah ediyor. Özgürleştirici tevhit inancına sahip olanlara, mazlum ve kimsesiz mültecilere karşı sergiledikleri tavırlarının benzer olmasının sebebi kalplerindeki kinin benzer olmasıdır. Bütün zalimlerin, mazlumları özgürleştirecek tevhidi, kaynağında nefessiz bırakıp boğmayı istemeleri değişmez ortak kinlerinin göstergesidir.
Bedir savaşında Peygamberimiz, bazı müşriklerin esir düşseler bile boyunlarının vurulmasını emreder. Bu kişilerden biri de Ukbe b. Ebu Muayt adlı azılı bir müşriktir. Peygamberimiz onun öldürülmesinin gerekçesini şöyle anlatır ashabına: "Bir gün ben Makam-ı İbrahim'in berisinde secdede iken bu adam gelip ayağıyla boynuma bastı. Öyle bastırdı ki gözlerimin yuvalarından fırladığını sandım."
Kalpleri gibi tavırları da benziyor zalimlerin.