Takip edenler hatırlayacaktır. Gerek bölge, gerekse Suriye politikasıyla ilgili pek çok eleştiriyi gündeme getirdim. Her zaman da getirmeye devam edeceğim. Ancak eleştiride insaf diye bir ölçü olmalı. Hele bulunduğunuz pozisyonu korumak ya da tetikçilik yapmak adına bunu yapıyorsanız söylenecek söz kalmaz.
Suriye, en sakin tanımla bile Türkiye’nin en önemli sınır komşusu. Ortak tarihi, hafızası ve değerleri. Tüm bunlar üzerinden ortak geleceği. Bu itibarla bu ülkeye olan ilgimizin varlığına bile tahammül edemeyenleri, muhatap almak anlamsız. Eğer söz konusu olan bu ilginin sahiciliğini ve karşılığını konuşmaksa sonuna kadar evet. Ama doğru bilgiyle ve tetikçilik yapmadan. Hepsinden önemlisi insafı elden bırakmadan.
Yakın tarihimizin en önemli sorunlarından birisi olarak varlığını koruyan ve hala bir şekilde kendisini ayakta tutmaya gayret eden paralel örgütün; Suriye ve benzeri başlıklar üzerinden yürüttüğü algı operasyonları, ne had tanıyor, ne de insaf.
Suriye’de iç savaşın patlak verdiği günlerde, her zaman ve her konuda olduğu üzere, ‘sahipleri’ne kulak vererek sorunla ilgili gibi görünen örgüt; sonrasında yine tıpkı sahiplerinin yaptığı gibi bambaşka bir duruş sergilemeye başladı. Şimdi gelinen noktada Suriye’de olup biten her şeyin faturasını mevcut iktidara kesmenin derdindeler.
Hepimiz çok ama çok iyi biliyoruz ki, başından itibaren proje olan bu yapının, İslam dünyasına ve yaşanan sorunlara sahici bir ilgisi olmadı. İlgi olarak öne sürdükleri her şey, sahipleri adına söz konusu ülkelerde örgütlenmekten ve onların çıkarlarını sonuna kadar savunmaktan ibaret oldu. O yüzden Davos’ta Tayyip Erdoğan’ın ‘one minute’ deyişini, doğrudan sahiplerine yönelik bir saldırı gibi algıladılar. O yüzden Filistin’deki bir yetimin uğradığı zulüm veya gönül coğrafyamızın canını acıtan herhangi bir sorun, onların gündeminde olmadı.
Yine o yüzden şimdi Suriye’deki çocukların, zulme uğramış milyonların acısını hissediyormuş da, bunun hesabını soruyormuş gibi davranmaları sahte ve yakışıksız. Türkiye’nin Suriye politikası eksik olabilir, hatalar yapılmış olabilir, hatta gereken unsurları harekete geçirmekte yetersiz kalmış da olabilir. Ama bunu eleştirme ve konuşmaya asla hakkı olmayan bir örgütün; kendi istikametine ve kimin adına tetikçilik yaptığına bakmadan mazlumları düşünüyormuş gibi yapmasına tahammül edilemez.
‘İstikameti doğru olmak’ derlerdi büyükler. Birileri hata yapsa, yanlışların içine düşse bile onun niyet ve amellerinin samimiyeti üzerine söylenirdi bu söz. Türkiye’nin istikameti doğru, niyeti sahih ve samimi. Yapıp ettiklerinin yetersizliği üzerine konuşabiliriz. Sonuna kadar eleştirebiliriz. Ama bunu yaparken samimi olmak, sahici davranmak ve en az bunlar kadar önemlisi, bu topraklara aidiyeti olmak gerekiyor.
Devlet bize zulmediyor, özgürlükler elden gidiyor diye dünyayı ayağa kaldıran bu şebekenin hangi konuda ne kadar samimi olduğunu görmek için çok fazla örneğe gerek yok. Hepimiz biliyoruz ve onlar da biliyor ki ‘zulüm payidar olmaz’. Yapıp ettikleri zulmün, acıttıkları canların, yıktıkları yuvaların ve sınır tanımadan herkesin mahremiyetine yaptıkları saldırıların ahı elbette çıkacak.
Şunu da not ederek bitireyim. O ah sadece zalimleri vurmayacak. Dün de, bugün de o zulme sessiz kalanları da yakıp kavuracak. Tarih, zalimi de yazar, ona karşı mücadele edeni de. Ama ne tuhaftır ki bir kenarda seyredeni bahse değer bile bulmaz. Merak edenler Araf suresini okuyabilir.