Önce, yazının başlığındaki cümleye değinelim.
Tam bir zaaf ve çaresizlik durumuna düşen her bir kişi veya cemiyet ve teşkilat, ya öngörülemez bir çılgınlığa başvurur, ya da serin kanlı bir tercihle, akıl yoluna...
Amerika'nın, Kenya'dan yakalayıp, 16 Şubat 1999'da, Türkiye'ye, 'idam edilmemesi şartıyla- verdiği kişinin kimliğini, sabahın ilk büyük müjdesi olarak veren Başbakan Ecevit'in muzaffer bir kumandan edasıyla yaptığı, 'Abdullah Öcalan Türkiye'de!' şeklindeki açıklamasını hatırlayalım.
Aynı Ecevit, daha sonraları ise, 'Amerika'nın Öcalan'ı Kenya'da yakalayıp, bize niçin verdiğini hâlâ da anlamış değilim...' diyecekti. Ama ondan daha da ilginç olan, muhakemesi sırasında Öcalan'ın, 'Osmanlı olsaydı, beni ya Vali yapardı, ya da idam ederdi...' demesiydi.
*
1984'de, yani 41 yıl önce ve Kürt halkının özgürlüğü adına diyerek, PKK (Partiya Kargerî-i Kürdistan/ Kürdistan İşçi Partisi) adıyla alenen silahlı mücadeleye başlayan 'ayrılıkçı hareket'in 'serokh'u Öcalan'ın 27 Şubat 2025 günü yaptığı açıklamasını, 'akıl yolu'nu seçmek olarak değerlendirmek gerekir.
Öncesi ve hele de PKK'nın 1984'de başlayan silahlı başkaldırı boyunca, tekerleme olarak hep, '40 yılda 40 binden fazla can kaybettik.' lafı edildi. 2000'li yılların başında, yani o silahlı mücadelenin başlamasından 15-16 yıl geçmekteyken, insan kaybı için söylenen resmî rakam da 40 bin civarında telâffuz ediliyordu.
Bu rakam, 40 yıl sonra, şimdi yine 40 bin olarak ifade ediliyor; belki de sosyal rahatsızlığın derinleştirilmemesi için...
Bu terör hareketinin, Türkiye'ye bedeller ödettiğini, bu süre içinde yüzlerce milyar ve hatta trilyonlarca dolarları bulan maddî zararlara uğrattığı biliniyor.
İlginç olan nokta şu ki, Öcalan'ın Amerika tarafından dile getirilen 'idam edilmemesi' şartıyla Türkiye'ye verilmesi yüzünden, idam cezası kaldırıldığından 25 senedir İmralı adasında hapiste tutulan Öcalan, açıklamasında, 'PKK'nın doğuşunu '(...)Kürt realitesinin inkarı, başta 'ifade' olmak üzere özgürlükler konusunda yasaklardan kaynaklı oluşan zemin'e bağlayıp, 'teori, program, strateji ve taktik olarak yüzyılın reel-sosyalist sistem gerçeğinin ağır etkisinde kalmıştır' dedikten sonra, '(...)ülkede kimlik inkarının çözülüşü, ifade özgürlüğünde sağlanan gelişmeler, PKK'nın anlam yoksunluğuna ve aşırı tekrara yol açmıştır. Dolayısıyla ömrünü benzerleri gibi tamamlamış ve feshini gerekli kılmıştır.
Kürt-Türk ilişkileri; 1000 yılı aşan tarihler boyunca Türkler ve Kürtler, varlıklarını sürdürmek ve hegemonik güçlere karşı ayakta kalmak için gönüllülük yönü ağır basan, hep bir ittifak içinde kalmayı zorunlu görmüşlerdir. Kapitalist modernitenin son 200 yılı, bu ittifakı parçalamayı esas gaye edinmiştir. (...) Cumhuriyetin tek tipçi yorumlarıyla birlikte bu süreç hızlanmıştır.' tespitlerini yapmak noktasına gelmiştir.
Öcalan'ın şu tespitleri üzerinde de durulması gerekir: 'Aşırı milliyetçi savruluşunun zorunlu sonucu olan; ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler, tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamamaktadır. (...)
Sayın Devlet Bahçeli'nin yaptığı çağrı, Sayın Cumhurbaşkanı'nın ortaya koyduğu iradeyle (...) oluşan bu iklimde, silah bırakma çağrısında bulunuyor ve bu çağrının tarihi sorumluluğunu üstleniyorum. (...)devlet ve toplumla bütünleşme için kongrenizi toplayın ve karar alın; tüm gruplar silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmelidir. Ortak yaşama inanan ve çağrıma kulak veren tüm kesimlere selamlarımı iletirim."
*
Evet, Osmanlı'nın, Selçukluların ve önceki bütün Müslüman hükûmetlerin en güçlü tarafları, inanç birliğine dayalı sosyal yapılara dayanmalarıydı. Osmanlı'nın 600 yıldaki bütün hakimiyet alanlarında olduğu gibi, Anadolu'da da, Kürt ve Türk, Arap, Çerkez, Boşnak, Arnavut ve sair çeşitli Balkan halklarını ve diğerlerini İslam inancının şemsiyesi altında birleşenlerin hükûmeti, o inançta olmayanlara da yine İslam'ın gereği olarak, kimseye inanç dayatmadan birlikte yaşıyorlardı.
Son 100 yılda ise, emperyalistlerin telkinleriyle, 'ulus-devlet' kurmak ve 'inanç birliği'ne dayalı bir içtimaî nizam' anlayışını terk etmek ve etnik üstünlük iddialarına dayalı ve diğerlerini aşağılayıcı resmî ideolojiler, bizdeki kemalist-laik 'jakobenist / tepeden inmeci' dayatmaların ortaya çıkardığı aşağılanma, nefret ve husumet duygularının acı meyveleri, terör için 'bulunmaz beslenme parselleri'ydi.
Bizim bugün elimizde olan sonuç, emperyalistlerin dayatma ve ideolojileriyle kendi içimizde, haram ölçüleri esas alışımız ve başka etnik unsurları aşağılamamızın semeresi vardır. Umarız ki, belli 'etnik üstünlük' iddialarını tekrarlamaktan olabildiğince kaçınılmalıdır. Kaldı ki, Devlet Bahçeli bile, aylar önce, 'Üstünlük, soyda değil, 'takva'dadır...' gibi en temel İslâmî prensibi dile getirmiştir.
Bu yolda, Türkçülük cereyanının en uç kesimindeki MHP'nin lideri Devlet Bahçeli Bey'in Ekim-2024 başından beri attığı adımları, başka kimse atamazdı, herhalde... Hatta o adımı Başkan Erdoğan atsaydı bile, karşısına en başta MHP çıkardı. Ama Ortadoğu'da başta ABD olmak üzere, emperyalist güçlerin, 'yeni oyunları ve yapmacık yeni sınırları ve devletleri tezgâhlanması' ihtimali daha bir güç kazanınca; Bahçeli Bey'in o teşebbüsü başlatması, ferdî bir tasarruf olmayıp, Başkan Erdoğan ve Devlet Bahçeli beylerin uzak görüşlü hesaplarla, iç ve çeper coğrafyalarındaki halkların kardeşliğini tahkim etmek, güçlendirmek için, devreye 'Devlet aklının girmesi' şeklinde anlaşılmalıdır ve inşallah çok hayırlı olmuştur.
*