Fransa’nın ırkçı partisi Ulusal Cephe’nin adayı Le Pen’in yüzde 18 oy oranını aşması Avrupa’da yeniden faşizm tartışmalarını gündeme getirdi. Sürekli artan işsizlik oranlarına, budanan sosyal haklara ve düşen ücretlere bağlı olarak, ulusalcı bir cephenin Avrupa’yı sarması bekleniyordu. Ama bunun Fransa’da hızlanması ayrı bir sorun. Çünkü Fransa hem Akdeniz Avrupası’nı hem de merkez Avrupa’yı etkileyecek, yönlendirecek bir ülke.
Burada ırkçı bir partinin yükselmesi Almanya’dan daha da tehlikeli. Çünkü Almanya’da, Nazi deneyimi nedeniyle hem sivil toplum hem de hukuk hep ayakta kaldı. Sarkozy gibi liderlerin faşizme çalan milliyetçiliği Fransa’da hala iş yapıyor ve Fransız ulusalcığını ayakta tutabiliyor.
Fransa’da ikinci turda Ulusalcı Cephe, Sarkozy’ye yüzünü dönmezse Hollande seçimi kazanacak. Le Pen, aldığı oy oranının büyüsüne kapılıp taklidi Sarkozy yerine sosyalist Hollande’a muhalefet yapmayı seçerse- ki bu büyük bir ihtimal- Sarkozy seçimi kaybedecek. Hollande, Sarkozy’nin kemer sıkma politikalarını takip etmeyeceğini söylüyor. Zaten bunu yapmaktan başka seçeneği yok. Eğer bunu eski ‘sosyal’ devlet izinden çıkıp yeni bir yol olarak yapmaya başlarsa Avrupa’nın krizi, Fransa’dan başlayarak yeni bir çıkış seçeneğine kavuşmuş olur. Ancak Hollande, seçimi kazandığı takdirde, artık tarih olmuş devletçi Keynesciliğe sarılırsa onu krizin sofrasına atan Le Pen’in kurbanı olabilir. Aslında Sarkozy ve Le Pen Avrupa’nın hem ekonomik hem de siyasi krizinin sembol isimleri. Avrupa’nın giderek bürokratik, şekilsel bir “demokrasi” çerçevesinde merkez sağın kalıcı iktidarı ve ırkçı partilerin artan tehdidiyle kuşatılması hiç şüphesiz bir demokrasi krizidir. Ama bu kriz, aynı zamanda, içinde bulunduğumuz ekonomik krizi derinleştirecek en önemli gelişmedir. Çünkü küreselleşme “tehdidiyle” gericileşen ve içe kapanan Avrupa’nın genişlemeyi durdurması yalnızca krizin uzaması anlamına gelmez. Ortadoğu, Kafkasya ve K. Afrika’da bitmek bilmeyen bölgesel savaşlar anlamına da gelir.
Bu bir anlamda, başka bir açıdan, ‘soğuk savaş demokrasisinin’ geri gelmesidir. Soğuk savaş demokrasisi; Amerikan hegemonyasının biçimlendirdiği batı bloğunda olan her ülkenin, otomatik olarak, ‘demokratik ülke’ yani, ‘hür’ dünyanın parçası sayıldığı dönemin ürettiği bir kavramdır. Baskıcı ve sömürgeci ulus-devletler ve onların çıkardığı iç savaşlar/savaşlar bu ‘demokrasinin’ olağan durumlarıydı. Şekilsel temsil kavramı tam da bu durumu ve demokrasi krizinin sürekliliğini ve özünü anlatır. Temsil, ulus-devletlerin, pazar sınırlarında, cumhuriyet yönetimini oluşturan en önemli araçtır. Hardt ve Negri temsilin ikili amacından bahsederler: ‘Temsil, çelişkili bir işlev görür; halkı hem yönetime bağlar hem de yönetimden ayırır.’ Rousseau, ‘eğer tanrılardan oluşan bir ulus olsaydı demokrasiyle yönetilirdi,’ der. Tıpkı Roma İmparatorluğu’nun çoğunluğu, yani köleleri dışarıya atan, ‘doğrudan demokrasisi’ gibi Rousseau’nun ‘demokrasisi’ de birleşik cumhuriyete dayanır. Rousseau’ya göre halk ancak ‘birleşik’ olduğunda egemen olabilir. Bu çok açık olarak ulusal birliktir. Farklılık, ‘birleşik cumhuriyetin’ düşmanıdır.
Bu, Rousseau’nun ‘demokrasisi’ ve cumhuriyetidir. Bu cumhuriyetin sınırları aynı zamanda ulus-devletin sınırlarıdır.
Birleşik Cumhuriyet: Her halükarda savaş
Bu anlamda ulus-devlet ‘demokrasisi,’ birlik için, ikili bir savaş durumuyla sürekli olarak karşı karşıyadır. Birincisi, ulusal pazarını geliştirmek için diğer devletlerle savaş durumu; ikincisi de ulusal birliği sağlama çabası. Böylece ulus-devlet ‘demokrasisi’ hem kriz hem de savaş üretir.
Bugün Avrupa’nın ortasında savaş ve kriz çıkarmak için dolaşan Sarkozy ve Merkel’in durumu tam da budur.
Çok ilginç olarak, Türkiye’nin içe kapanarak faşist bir cumhuriyet olarak devam etmesini isteyenlerle, Avrupa’nın parçalanarak yeniden ulus-devlet gericiliğine, bitmek tükenmek bilmeyen bölgesel savaşlara dönmesini isteyenler aynı siyasi aktörler bugün. Ama bu siyasi aktörlerin Ortadoğu’daki karşılıklarını unutmayalım: Suriye Baas rejimi, İsrail terör devleti ve bunların arkasındaki geleneksel askeri-sınaî tekelciliği. İşte bu yapı kırılırsa sürekli yükselen işsizlik de durur ve krizden çıkış gerçekleşir.