Barack Obama’nın bir ismi de, hiç tanımadığı Kenyalı Müslüman babasının armağanı olarak, Hussein ya, sırf bu sebeple Amerikan halkının neredeyse yarısı onun İslâm Dini mensubu olduğuna inanıyor. Şimdi yüzüğündeki simgelerin ‘Lâ ilâhe illâllah’ yazısı olduğunu çıkarmışlar; artık halkın diğer yarısı da Obama’nın Müslüman olduğuna inanır hale gelmiştir.
Şarkıcı Madonna’nın, “Ne yapalım adam Müslüman’sa” demesi de buna işaret ediyor...
Yüzüğün üstünde gerçekten ‘kelime-i tevhid’ yazıyor olabilir mi? Olabilir elbette; ama bu her fırsatta kiliseye giden Obama’yı Müslüman yapmaz... Kore’de Budist tapınağından aldığım bir yüzüğüm var; üzerinde ‘Om Mani Padme Hum’ (Lotus çiçeği içerisinde bir mücevher) yazıyor... Onu taksam, başka dinli mi olurum?
Amerikalılar’da ‘İslâm’ paranoyası akıl almaz boyutlarda. 11 Eylül’ün (2001) ateşlediği paranoya eksilmesin diye dört koldan çaba gösteriliyor. Dün burada sözünü ettiğim Stephen Frey’in romanı neredeyse bir istisna; pek çok romanda, film ve tiyatro eserinde zaten varolan paranoya besleniyor...
Vince Flynn Amerikan siyasi sistemi içindeki çürük elmaları sergileyen romanlarıyla çıkış yapmıştı; ama son zamanlarda ilgisini ‘Müslüman terörü’ üzerinde yoğunlaştırıyor. Yeni ilgi alanı satışlarını olumlu etkiliyormuş... Eleştirenlere verdiği cevabı gazetede okudum: “1950’ler ve 60’larda Ku Klux Klan’ın peşine düştük, kötü mü oldu? O zaman da birileri ‘Ben bunların kültürüne yabancıyım, o yüzden hüküm vermek istemem’ diyordu. Saçma. Şer her zaman şerdir. (..) Bütün teröristleri öldürmeliyiz; bunun için özür dileyecek değilim...”
Böyle diyen birinin romanları nasıl olur, tahmin edebilirsiniz...
Orada her gösterilen bize de geldiği için yakında kanalların birinde karşınıza çıkabilir: ABD TV’lerinde yayımlanan ‘Homeland’ (Vatan) diye bir dizi var... İsrail televizyonu için tasarlanmış bir öyküyü İsrailli yapımcılar ABD’ye taşımışlar... En çok izlenenler arasına çabucak girdi dizi; kadın-erkek başrol oyuncuları en itibarlı ödül olan ‘Emmy’ ile mükâfatlandırıldı.
Afganistan’da el-Kaide tarafından kaçırıldığı bilinen iki askerin kendilerini kaçıranlar tarafından öldürüldüğü kanaati hakim iken, olayın üzerinden sekiz yıl geçtikten sonra, bir baskın sırasında, askerlerden biri ortaya çıkar...
Kendisini kaçıranlara karşı direnmiş bir ‘kahraman’dır artık o... Ülkeye döndüğünde muazzam gösterilerle karşılanır. En yüksek nişan takılır göğsüne. Günlerce ekranlardan düşmez; kahramanca demeçleri gazetelerde yer alır.
Tek bir kişi ‘kahraman asker’den saplantı derecesinde kuşku duyar: Son görev yeri olan Irak’ta, bir muhbirinden, “El-Kaide örgütü rehin tuttuğu bir Amerikan askerini kendi elemanı haline döndürdü” istihbaratını almış olan kadın CIA ajanı...
Uzun uzun anlatmalı mıyım? Hafta sonu hem Amerika’da hem de İngiltere’de çıkan gazetelerde ‘Homeland’ dizisini öven çok sayıda değerlendirme okudum. Belli ki, birileri, şimdikinden de fazla izlenmesini arzu ediyor. O halde dizinin benim ilgili alanıma girmesi de doğal...
Geçen yıl yayınlanan bölümler, ajanın haklı olduğunu, ‘kahraman’ bilinen askerin rehin tutanlar tarafından beyninin yıkandığını, adamın abdest alıp namaz kıldığını öğrenmemizle sona erdi.
CIA ajanı kadın ‘kahraman asker’ ilk TV karşısına çıktığında parmaklarını oynattığını görmüş ve ‘birilerine ‘mors’ şifresiyle haber mi gönderiyor?’ diye işkillenmişti... Meğer durduğu yerde eliyle tespih çekermiş adam...
Örgütün kendisine verdiği, birkaç bakanla ABD başkan yardımcısının bulunduğu mekâna üzerinde bomba olduğu halde gitmesi talimatını da yerine getirir asker, ama bir sebeple eylemden vazgeçer... Örgüt, kazandığı şöhretle siyasete atılmasını ve Beyaz Saray’da bitebilecek bir yolculuğa çıkmasını daha uygun görür...
Mesaj belli: Müslümanlar söz konusuysa kahramanınıza bile güvenmeyeceksiniz...
Seçimde Obama yalnız Romney’e karşı mücadele vermiyor, karşısında Hollywood ve medya da var...