Geçen yüzyılın başında, en kötü senaryo gerçekleşti.
Hoyrat bir kuşak, her şeyi kırıp döktü.
1920’lerin başında, kırılanı yapıştırabilmek için bir umut vardı.
Anadolu’da kurulan Meclis, geçmişten ders alarak hasarı tamir edebilir, kırılanı yapıştırabilirdi.
Ama bu olmadı.
Çeşitliliği ve özgürlükçü sesleriyle ilk Meclis tasfiye edildi. Cumhuriyet’e geçildi, “cumhur” siyasetten kovuldu.
İttihat Terakki geri gelmişti.
Kemalist rejim, bırakın eski kırgınlıkları gidermeyi, kırılmamış olanı da kırdı.
İslami kesimler, Kürtler, Aleviler, gayrimüslimler “kamusal alan”ın dışına sürüldü.
Kürt Sorunu hiç yaşanmayabilirdi. Seksen yıllık bu acılı tarih olmayabilirdi. Böyle olmak zorunda değildi.
Ama oldu.
Milliyetçilik ayrımcılık demekti ve ayrımcılıkdevlet politikası oldu.
Etnik, dini, siyasi çeşitlilik kötü görüldü ve olağanüstü renkli bir ülkede “homojen toplum yaratmaya” kalkışmak gibi korkunç bir proje uygulandı.
Sonuçta, yüz yıl boyunca, huzursuzluk eksik olmadı bu ülkeden.
**
Şimdi ilk kez karabasanlarla dolu bu kabustan uyanmamızın alametleri belirdi.
İlk kez bir sivil hükümet, Kürt Sorununun çözümü için eski ezberleri bir kenara itip, “ne gerekiyorsa yapacağım” diyebiliyor.
Canı gönülden kutluyorum.
Belki er veya geç bu olacaktı. Mağdur kesimlerden biri çıkıp, önce kendisini dönüştürüp, sonra diğer mağdurlara elini uzatıp, onlarla birlikte bu düzeni tasfiye edip, insani bir düzen kuracaktı.
Belki şu an böyle bir tarihsel ânı yaşıyoruz, belki de ben fazla iyimserim.
Ama çözümden ilk kez ulaşılabilir bir hedef olarak söz edebiliyor olmamızın önemini hiç kimse reddedemez her halde.
“Umut heba olmasın derse bir Başbakan, barışa yakın değil barışın tam içindeyizdir” diyor İdris Kardaş.
Çok haklı.
Sürecin hiç kesintiye uğramayacağını söylemiyorum.
Ama Öcalan ile görüşme dahil, daha önce teklif dahi edilemeyecek adımları cesaretle atabilen kararlı bir iradenin varlığı asıl değerli olan…
**
Ama Ak Parti Hükümeti, barışı gerçekleştirmenin diğer koşullarını da ihmal etmemeli.
Kürt Sorunu kadar önemli ve belki bazı bakımlardan ondan çok daha derin olan bir başka sorunu, Alevi Sorununu da aynı cesaretle ele almalı.
Başlattığı ama yarım bıraktığı açılımı devam ettirmeli, bu tarihsel kırgınlığı gidermeli, oradaki yarayı sarmak için de çaba sarf etmeli.
“Hepimiz Kemalistiz” demişti Vahap Coşkun, gerçekten de İslamcısı, sosyalisti, liberali, Kürt’ü, Türk’ü, Alevi’si ve Sünni’siyle her kesim az veya çok devletçi ve milliyetçi bu ülkede.
Dolayısıyla Ak Parti de kendi içindeki devletçi ve milliyetçi damarla yüzleşmeli.
Çeşitliliği tehdit olarak gören, Laz’ın, Çerkes’in, Gürcü’nün kendisi gibi olmasını, onun dilini ve kültürünü yaşatmasını, çocuğuna anadilinde eğitim vermesini sorun olarak gören Kemalist önyargıyı aşmalı.
Ve geçen yüzyılın başında kaybettiğimizi geri vermeli bize. Anadolu’nun diğer kırgın ve küskün çocuklarını da hatırlamalı.
Bu ülkede yaşayan herkesin kendisini eşit vatandaş olarak görebileceği bir sosyo-politik sistemi ve “bu benimdir” diyebileceği bir anayasayı gerçekleştirmeli.
Yüz yıllık kabustan uyanalım artık.
“28 Şubat Bir Daha Asla!”
Bu hafta sonu İstanbul’daysanız ve siz de benim gibi henüz demokrasi cennetinde olmadığımızı düşünenlerdenseniz, “darbelerin devri kapandı, artık bişey olmaz” diyemeyenlerdenseniz, “Darbelere Karşı 70 Milyon Adım Koalisyonu”nun düzenleyeceği gösteriye sizi de bekleriz.
23 Şubat Cumartesi günü saat 14’te, Tünel’den Galatasaray’a yürüyeceğiz.
Beraber olsun.