Rusya'nın telkinleriyle Beşşar Esed'in Türkiye'ye uzattığı zeytin dalına Başkan Erdoğan Cuma namazı çıkışı olumlu cevap verdi.
Dünya kamuoyu haklı olarak Türkiye-Suriye arasında da bir yumuşama/normalleşme beklentisine girdi.
Başkan Erdoğan'ın Astana dönüşünde yaptığı 'Putin ve Esed'i davet edebiliriz' açıklaması da tabiatıyla bu beklentiyi güçlendirmiş oldu.
Konunun bölgesel boyutu bir kenara Türkiye içinde mesele hemen Suriyelilerin ülkelerine dönüşü ekseninde tartışıldı/tartışılıyor.
Ve maalesef kimi faşizan çevrelerin Suriyeliler üzerinden yürüttüğü Arap düşmanlığı Türkiye'nin İslam âleminde yükselen imajını zedelemektedir.
En son yaşanan Kayseri olayları ve eli bıçaklı bir sarhoşun Suudi iş adamlarını tehdidi, İslam dünyasında özellikle Arap dünyasında Türkiye aleyhine kullanılmaktadır.
Türkiye'de Arap düşmanlığını körükleyenler olduğu gibi bilhassa Arap dünyasında da Türk düşmanlığını körükleyen çevreler vardır.
Türk-Arap yakınlaşmasından rahatsızlık duyan kimi bölgesel/küresel aktörleri saymıyorum bile.
Öyle bir noktaya gelindi ki Suriyeliler artık kendilerini güvende hissetmiyorlar. Büyük çoğunluğu kendilerini güvende hissedecekleri bir ülkeye gitmenin planlarını yapıyorlar.
Bu planlarında Suriye yok.
Çünkü Şam rejimine güvenmiyorlar.
Başkan Erdoğan ve Esed'in açıklamalarından sonra da güvensizliklerini sözlü ve yazılı ifade ettiler.
Dışişleri Bakanlığı'nın ülke çıkarları ekseninde Türkiye'nin Suriye politikalarını güncellediğini açıklaması elbette ki Başkan Erdoğan'ın küresel ve bölgesel meseleler karşısında yeni dönemde atacağı farklı adımlarla ilgili.
Ancak tekrar hatırlatalım ki Suriyelilerin evlerine dönüşü o kadar kolay ve çabuk olmayacaktır.
Suriye şu anda 4 ayrı nüfuz bölgesi olan bir ülke konumunda.
1-Ülke topraklarının üçte birine tekabül eden Fırat'ın doğusunda ABD destekli terör yapılanması var. Bu bölgenin durumu Kasım ayında yapılacak ABD seçimlerinden sonra netleşecek.
2-İdlib'de HTŞ benzeri örgütlerin egemen olduğu başka bir alan var.
3-Türkiye'nin terör örgütlerinden temizlediği ve Türkiye'nin nüfuz alanında olan üçüncü bir bölge var.
4-Bunların dışında kalan topraklarda ise Rusya ve İran'ın desteği sayesinde ayakta kalan Şam rejimi var.
Rusya, Şam rejimini Türkiye konusunda ikna etse dahi Şam rejimini tehdit eden asıl bölge Fırat'ın doğusudur.
Şam rejimi düne kadar Türkiye'ye karşı Türk ordusu çekilmeden masaya oturmayız derken -ki Türkiye o bölgeyi Şam rejiminden değil DAİŞ ve PKK terör örgütlerinden temizlemişti- petrol yataklarının da bulunduğu topraklarının üçte birini işgal eden PKK'ya karşı kılını bile kıpırdatmamıştır!
Suriye'nin toprak bütünlüğünü savunan Türkiye ise bulunduğu bölgeden çekilmesini, seçimlerin yapılmasını da içerecek şekilde siyasi bir çözümün bulunması şartına bağlamıştır.
Savunma Bakanı Yaşar Güler bu konuda açıkça şunları söylemiştir:
"Amacımız, Suriye'de 2254 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı temelinde siyasi bir çözüme ulaşılmasıdır. Kapsayıcı bir anayasanın kabulü, serbest seçimlerin yapılması, kapsamlı bir normalleşme ve güvenlik ortamının sağlanması konusunda elimizden gelen desteği vermeye hazırız ve ancak bunlar yapıldıktan ve sınırlarımızın güvenliği tam olarak sağlandıktan sonra gerekirse çekilmeyi düşünebiliriz."
Türkiye bölgeye yaptığı üç askeri harekât ile hem kendi milli güvenliğini korumuş hem de küresel/bölgesel güçlerin güneyimizde oluşturmak istedikleri Teröristan'a mani olmuştur.
Türkiye tek başına da bir çözüm dayatmamış tam tersine BM Güvenlik Konseyi'nin 18 Aralık 2015 tarihinde kabul ettiği 2254 sayılı kararının uygulanmasını resmi tez olarak ilan etmiştir.
Bu karar çerçevesinde 50 üye Şam rejiminden, 50 üye muhalefetten ve 50 üye de BM'den olmak üzere 150 kişilik bir heyet oluşturulmuş; her üç taraf 15'er üye vererek bir anayasa komisyonu kurulmuş ve bu komisyon 30 Ekim 2019 tarihinde çalışmalarına başlamıştır.
Hedef 2254 kararının tatbik edilmesiyle yeni bir anayasa, seçimler ve ülkenin normale dönmesidir.
Ancak bu komisyon rejim taraftarlarının sabote etmesiyle bir ilerleme kaydedememiştir.
İşte bu noktada Rusya'nın isteksizliğinden bahsedebiliriz. Rusya rejime gereken baskıyı yapsaydı komisyon çalışır ve geçiş süreci yaşanabilirdi.
Dolayısıyla ABD, Rusya ve İran'ın takip ettiği politikalar sebebiyle Suriye sorunu çıkmaz sokağa girmiştir.
Dünyada ve bölgede yaşanan gelişmeler Rusya'yı rejim üzerinde baskıya sevk etmiş görünüyor.
Suriye'nin toprak bütünlüğünün korunması ve 2254 sayısı kararın uygulanması konusunda Türkiye'nin tavrı nettir.
Suriye topraklarını işgal eden teröristlere ABD açıktan ve doğrudan, Rusya ise perde arkasından dolaylı destek olmaktadır.
Meselenin olumlu yanı Rusya'nın olumsuz tutumundan vazgeçiyor görüntüsü vermesidir.
Meselenin bir de komşu Arap Ülkeleri ve Arap Birliği boyutu var ki, onların sorumluluğu ABD ve Rusya'dan daha az değil!
Bu vasatta Suriyeliler evlerine nasıl dönecekler?
İktidar olduklarında Suriyelileri göndereceği vaadinde bulunan CHP bile meseleye ciddiyetle eğildiğinde entegrasyondan, eğitimden ve destekten bahseden rapor hazırladı!
Geçici koruma statüsündeki Suriyeliler bu ülkenin bir gerçeğidir.
Suriyeli dediğimiz insanlar 100 yıl öncesine kadar bizimle aynı tebaiyeti taşıyorlardı.
Aynı ülkenin vatandaşlarıydık.
Çanakkale'de Milli Mücadele'de aynı saftaydık.
Şunu hemen belirtelim ki ülkemizdeki Suriyeliler dâhil yabancı sayısı kimi muhalif çevrelerin abarttığı gibi de değildir..
27 Haziran 2024 tarihi itibariyle ülkemizdeki yabancı sayısı 1 milyon 116 bin 703 ikamet izinli ve 3 milyon 112 bin 386 geçici koruma statüsünde Suriyeli olmak üzere toplam yabancı sayısı 4 milyon 229 bin 386 kişidir.
81 vilayete dağılmış olan Suriyeli misafirlerimiz iddia edildiği gibi ekonomimize de büyük yük teşkil etmiyorlar. Aksine hem işgücüyle destek oluyorlar hem de on bin civarındaki ticarethaneleriyle ekonomiye az da olsa katkıda bulunuyorlar.
Sokakta dilenen Suriyeli de yok.
Mesela mobilya sanayiinin merkezi sayılan İnegöl'de işveren, usta ve işçi olarak binlerce Suriyeli çalışıyor. Hatta İnegöl mobilyasının yurt dışına ihracatında patlama yapması Suriyeli işadamlarının sayesinde gerçekleştiğini söyledi Bursalı bir dostum.
Geçmişte Gaziantep'e yaptığım bir ziyarette iş adamları 'Suriyelileri gönderirseniz organize sanayide işler durur' demişlerdi. Dün Büyük Şehir Belediye Başkanı Fatma Şahin hanıma 'durum hâlâ aynı mı?' diye sordum: "Organizede daha azlar ama küçük sanayide ve tarımda Suriyeli sayısı yüksek." cevabı verdi.
Türk gençlerinin beğenmediği işlerde on binlerce Suriyeli genç çalışıyor.
Demografik yapıyla ilgili durumumuzun ise diğer ülkelerle kıyaslandığında iddia edildiği kadar vahim olmadığı görülür.
Mesela ABD'de yabancı sayısı 50.6 milyondur. ABD nüfusunun yüzde 15.3'üne tekabül ediyor.
Almanya'da 15.8 milyon yabancı var nüfusun yüzde 18'ine tekabül ediyor.
Suudi Arabistan'da 13.5 milyon yabancı var, nüfusun yüzde 38.6 sına tekabül ediyor.
Türkiye'de ise 4.2 milyon yabancı vardır; nüfusun yüzde 4.9'una tekabül ediyor.
Elbette sorunlar var ancak bazı çevreler bunu abartarak Türkiye'ye kötülük yapıyorlar.
Bundan sonra bu ülkeye düşen, gönüllü ve güvenli bir şekilde dönecekleri güne kadar onları misafir etmektir.
Evet, misafirlik uzadı ancak uzama sebebi onların kalma arzularından ziyade ülkelerindeki emniyetsiz şartlardır.
Türkiye o emniyeti sağlamaya çalışıyor.
Yuva yapanın yuvası olur demişler. Türkiye de oradan mecburen ülkemize gelip sığınan misafirlere Suriye'de tekrar güvenli bir yuva inşa edilsin diye elinden geleni yapmaktadır ve buna muvaffak olacak kudrete sahiptir.
Misafirimiz olduğu sürece de buradaki emniyetlerinden de biz sorumluyuz.
O yüzden kimi kendini bilmezlerin saldırıları bu ülkenin politikası değildir.
Yabancı düşmanlığı yapanların bu ülkeye kötülükten başka bir katkıları da yoktur.
Bu ülkenin politikası, Başkan Erdoğan'ın şu ifadesiyle özetlenebilir: "Nefret söylemine, ırkçılığa, vandallığa boyun eğmeyeceğiz. Bayrağımıza uzanan mülevves elleri kırmasını bildiğimiz gibi, ülkemize sığınan mazlumlara uzanan elleri de kırmasını biliriz."
Nokta.