CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Irak Başbakanı Maliki’nin davetine icabet etme kararı çok tartışılacak bir konu olmaya aday görünüyor.
Ana muhalefet partisinin siyasi iktidarın her alandaki politikalarını ve uygulamalarını eleştirmesi, hatta engellemeye çalışması normal karşılanmalı. Millet iradesi birilerine ülkeyi yönetme görevi verirken birilerine de iktidara muhalefet etme, tabiri caizse siyasi denetim yapma görevi yüklüyor. Gerçi bizde muhalefet dediğin iktidar her ne yaparsa tersini savurmak diye anlaşılıyor ve maalesef öyle uygulanıyor ama bunun hem doğru olmadığını hem de siyasi bir sonuca ulaşmak anlamında pek işe yaramadığını söylemek durumundayız.
Hakkını yemeyelim, MHP’nin muhalefeti CHP’ye oranla daha yapıcı. Ne olursa olsun her yapılan işe itiraz etmiyor. Bazen hükümetin politikalarına destek verdiği bile oluyor Bahçeli’nin.
CHP ise geleneksel olarak sert muhalefet yapıyor. Doğru-yanlış diye ayırmayıp her şeye karşı çıkıyor. Muhalefete düştüğü ilk serbest seçimden beri bu yolu izliyor CHP. Belki “sert muhalefetyöntemi” diyerek bunu da tolere etmek mümkün. Ama Kemal Kılıçdaroğlu liderliğindeki CHP’nin öyle bir muhalefet yöntemi var ki daha önce ne İnönü ne Ecevit ne de Baykal böyle bir yola tevessül etmiş değillerdi: Kılıçdaroğlu ülkedeki siyasi iktidara karşı muhalefetini ülke dışındaki muhalefetle dayanışma içinde yürütmekte bir sakınca görmüyor. Yani Türkiye ile problem yaşayan ülkeleri kendi siyasi müttefikleri gibi kabul ediyor.
Mesela 2010’daki anayasa referandumu öncesinde İsrail devlet televizyonuna çıkıp “Hayır diyen yurttaşlar, sanatçılar üzerinde ciddi baskılar var. Hükümet yargıyı ele geçirmek istiyor” diye kendi ülkesinin hükümetini İsraillilere şikâyet etmişti.
Sonra 2011 seçimlerinden önce İngiltere’de Türk hükümetinin dış politikadaki yönelimlerini, özellikle İran politikalarını eleştiren bir konuşma yapmıştı. Avrupalı ve Amerikalı karar alıcılara yönelik yayın yapan bazı dergilere de bu minvalde mülakatlar vermekten geri durmadı.
Geçenlerde bir grup CHP milletvekili Suriye’nin elinde tutulan bir gazeteciyi teslim almak için bu ülkeye gittiler. İyi yaptılar ama sözgelimi bir sivil toplum kuruluşunun üstlenebileceği bu işi siyasi bir kadronun yapmasının siyasi bir mesaj doğuracağı hiç akıllarına gelmedi herhalde. Türkiye’nin bir tür “ilan edilmemiş savaş” içinde olduğu bir ülkenin lideriyle objektiflere mütebessim hatıra pozu vermelerinin hangi anlama geleceğini de hiç düşünmediler muhtemelen.
Şimdi de Kılıçdaroğlu’nun Bağdat ziyareti var ufukta.
Biliyorsunuz, Türkiye’nin Irak yönetimiyle arası son dönemde epeyce problemli. Son olarak Enerji Bakanı Yıldız’ın uçağına iniş izni vermediler. Daha önce de MHP lideri Bahçeli’nin Kerkük ziyaretine izin vermemişlerdi. Kılıçdaroğlu’nu hangi amaçla davet ettikleri ise belli.
CHP liderinin buna alet olmaması gerekir. Ecevit’in Körfez Savaşı öncesinde Saddam Hüseyin’le görüşmeye neden “gazeteci kimliğiyle” gittiğini düşünmesi gerekir.
Şu ayrımı yapamıyor CHP lideri: Hükümetin İsrail ile ilgili politikalarını beğenmeyip eleştirmek ve değiştirilmesini sağlamaya çalışmak başka bir şey. Türkiye’nin İsrail’le bir sıkıntısı varsa bunu AK Parti’nin sıkıntısı olarak görmek ise bambaşka bir şey. Türkiye’nin Suriye politikasına karşı çıkmak başka bir şey, Suriye’deki yönetimle el ele kol kola verip kendi devletinizin politikalarına karşı mücadele etmek çok daha başka bir şey. Irak konusu da öyle. Diğer konular da öyle.
Başka konularda “ulusalcılığı” kimselere bırakmayan Kılıçdaroğlu“Türkiye’nin” ana muhalefet partisinin lideri olduğunu unutmamalı.