Hacı Bektaş-ı Veli’nin manevi huzurunda bir bakana karşı girişilen saldırıyı ‘yaşanmamış’ sayabilir miyiz?
Sayalım lütfen...
Böyle beklenmeyen eylemleri sahneye koyan başkalarına ‘mecnun’ dendiğini biliyoruz; bu saldırganın da ‘ruhsal sorunlar’ yaşadığını gazeteler yazdı. Eylemci ‘mecnun’ veya değil; olayın sevgisizlik, öfke ve nefret ile bir biçimde ilgisi olduğu âşikâr...
Yalnızca bu yüzden bile ‘yaşanmamış’ sayılması gerekiyor...
Keşke olayın gerçekleştiği ortama tanıklık etmiş CHP heyeti geçmiş olsun dileklerini kürsüden de ifade edebilseydi; o zaman daha da kolay unutulabilirdi hoş olmayan o eylem...
Türkiye’de fena halde eksikliği hissedilen, farklı çizgi ve eğilimlerin ortak sevgi ve saygısına muhatap kişilerdir... Pek çok sorunumuz bu yüzden ya çözülemiyor, ya da çözülmesinde zorlanılıyor... Hem Alevi yurttaşlarımızın sevdiği, hem de Sünniler için bir yol gösterici olanHacı Bektaş o nâdir ‘ortak’ değerlerden biri, belki de en önemlisi...
Kendisinin 13. yüzyılda kaleme aldığı ‘Makalât’ adlı eseri, en son, Türkiye Diyanet Vakfı tarafından yayımlandı. Manevi yol müntesipleri, yüzyıllardır, Hacı Bektaş’ın öğütlerini benimsemişlerdir... İsminin sonuna ‘Veli’ sıfatını yerleştirenler Hacı Bektaş’ın Sünni hayranlarıdır...
Ülkemizdeki Sünni/Halidi maneviyat kolunun önemli temsilcilerinden merhum Prof. Esad Coşan, mesleki hayatını, özellikle Hacı Bektaş’ın öğretisini kitaplardan anlamaya vakfetmişti.
Arnavutluk’tan başlayarak Anadolu’ya kadar uzanan geniş coğrafyada etkisini hissettiren ‘Bektaşilik’ anlayışı, uzun yüzyıllar boyu, Osmanlı’nın hükümran olduğu her yerde kendisini rahatlıkla ifade edebildi. Tasavvufun diğer kolları yanında Bektaşi tekkeleri de varlıklarını sürdürdü. Balkanlar’da, yeşil keçe külâhlı Bektaşi dervişleri bugün de görülebiliyor...
Bizde her yıl bu zamanlar anılıyor; ama yalnızca Hacı Bektaş ilçemizdeki türbede ve görüşleri de orada yapılan konuşmalarla sınırlı tutuluyor...
Oysa, Hacı Bektaş’ın sevgi ve hoşgörüyü odak alan öğretisinin daha geniş kitleler tarafından bilinmesini sağlamak şart. Hacı Bektaş-ı Veli’yi çözüm arayışı içerisinde bulunduğumuz ‘Alevi sorunu’ için bir çıkış noktası olarak görebilir, onun Aleviler kadar Sünnilerce de benimsenmesi mümkün görüşleri istikametinde çözümler üretebiliriz.
Sevgi ve hoşgörü eksenli konuşmaların yapıldığı bir törenin ‘saldırı’ya sahne olması çözümün âciliyetini hepimize hatırlatmalı. Kendilerine sürekli ‘sövene dilsiz’ olmaları tavsiye edilen bir kitlenin içerisinden, hiçbir tahrik olmaksızın, misafirlerden birine fiziki tecavüzde bulunan birinin çıkması, tabii ki, ‘bireysel’ bir durumdur. Ancak o bireyi saldırgan hale getiren dürtüleri de anlamaya çalışmak lâzım.
Lâfı fazla uzatmadan söyleyeceğimi diyeyim: Türkiye’nin ‘çözülmesi şart’ en önemli konularının başında, kendilerini ‘Alevi’ olarak tanımlayan insanların ‘sorun’ saydıkları konular geliyor.
İktidar, anamuhalefet partisi CHP’yi de yanına alarak, MHP’den de destek bekleyerek, bu konuyu Alevi vatandaşları tatmin edecek biçimde çözmeye daha fazla çaba göstermelidir. Konunun korkacak, endişe edilecek hiçbir yönü yok; ertelemeci yaklaşım yüzünden içinden çıkılmaz gibi görünüyor...
Yumruğu uzatılan sevecen bir ele dönüştürmek mümkün...