Hayatta düşüşler de var, yükselişler de. Hepsi bizim için. Mevsimler gibi sırasını bekliyor iyi günler de, kötü günler de. Sırası gelince yaşanıyor.
Kötü günlere, düşüşlere iyi kötü talimliyiz. Zaten çok fazla seçenek de olmuyor düşüş zamanlarında. Etrafında çok insan kalmıyor, sen de kalanlara sarılıp bütün gücünle düştüğün yerden kalkmaya çabalıyorsun. Gayet basit görünüyor.
Peki ya yükselişler?
Bazen de hayat yukarıya doğru bir merdiven koyuveriyor önüne. Hatta bazen de direkt yukarı çıkan bir asansör.
İşte hazmetmesi, uyum sağlaması zor olan, herşeyin birbirinin içine girdiği, dostla düşmanın ayırt edilemediği zor zamanlar.
Çok insana şahit oldum, hele de son dönemde. Yükselişi bir süreç değil, bir sonuç görenler, bir imtihan değil bir ödül zannedenler çok büyük hayal kırıklıkları yaşadı.
İşte onlardan çıkardığım dersler;
1- Bir anda bütün şartların değişebilir, araban, evin, paran, çevren, statün, bir anda yükselebilirsin, bu değişimi yönetmek yerine bu değişimin seni yönetmesine izin verirsen kaybediyorsun.
2- Geçmişteki zor günlerin acısını çıkarmanın hırsı çok tehlikeli. Geçmiş günlerin acısını çıkarmak yerine, anısını sakla, o günleri hiç unutmamak için sık sık hatırla.
3- Geçmişte yaptıklarını yapmaya devam etmek için zorla kendini. Mesela çayını kendin mi alıyordun? Yine sen almaya devam et (Artık bir çaycın varsa bile, en azından zaman zaman)
4- İnsanlar sen yükselince direkt olarak “havalandı, şımardı” demek için hazırda bekliyor olacak. Onlara bu fırsatı verme ama onlardan ödün de kopmasın. Çünkü ne yaparsan yap, diyecekler.
5- Çok yoğunum, aşırı yoğunum, felaket yoğunum havalarını bir an önce bırak. Elbette bir anda yoğunluğun eskiye göre artacak. Ama yoğunum zamanını yönetemeyenlerin bir çeşit itirafı gibi. Bir de söylemeden geçemeyeceğim, Türkiye’de her bir şehrin her bir projesiyle ilgilenen, futbol kulüplerinden yeni stadlara, cami projelerine kadar yüzbinlerce işi omuzlarına yüklemiş, gece gündüz çalışan bir Cumhurbaşkanı var ve onun hiç “Çok yoğunum, çok yoruluyorum, zaman yetmiyor” diye serzenişte bulunduğunu duymadık. O bile bu durumdan şikayetlenmiyorsa, “aşırı yoğunum” söylemlerine girmiyorsa, hiçbirimizin buna hakkı yok demektir.
6- Yükseldiğinde ortaya çıkan “dostlar” aslında sadece “tanıdıklardır”. Gerçek dostun sen yükselmeden önce, hatta düştüğünde yanında olanlardır. Ama insan fıtratı işte, yükselince o eski zamanlarda yanında olanları unutur, etrafında yeni ortaya çıkan, peyda olan tipleri dost zanneder. Yere çakılınca yeniden anlar kimin ne olduğunu. Dostların senin kadar hızlı yükselemeyebilir, dikkat et, yükselmek insanları yükselişlerine göre kategorize ettirmek gibi bir hastalık da içerir. Ama dostlar yükselişlerine göre değil, yüreklerine göre sevilir. Bu kriteri kaybettiğin an hem dostlarını kaybeder, hem dost olmayanları dost zannedip sana zarar verebilecek yakınlığa çekersin.
7- Yükselmek, aileyi ihmal etmeye gerekçe değil. Yükselmenin tatmini aileye karşı sorumluluğun önüne geçmemeli. Kimseye madalya takmıyorlar ailesini ihmal ederek işinde yükseldiğinde…
8- Ulaşılmazı oynama. Çünkü artık herkesin herkesi iyi tanıdığı bir çağdayız. Artık o kapalı kapılar ardındaki ulaşılmaz adamlar çağı bitti. Artık herkes ulaşılabilir, heryer şeffaf. Bu çağda ulaşılmazı oynamaya çalışan komik duruma düşer en fazla.
Kısacası herkes bilir her yükselişin bir inişi olduğunu. Ama yükselirken düşünmeyi unutur insan, hazzın ve hırsın kurbanı oluverir.
Sonra bir gün, perde kapandığında, oyun bittiğinde ya da apansızın oyun dışı kaldığında o bir zamanlar dostun olan, sonra yükseldiğinde iletişimi kopardığın insanları ararsın.
Belki açarlar…
Belki açmazlar…
Hiçbir düşüş sonsuz değil, ve hiçbir yükseliş de öyle...