Türkiye’nin yükselen tansiyondaki pozisyonunu anlamakta ‘sağduyu’, ‘duyarlılık-kararlılık’, ‘diplomasi’ ve ‘samimiyet’ gibi kilit kavramlar olduğunu görüyoruz.
SAĞDUYU; yeni bir ‘soğuk savaş’ konseptine veya dünya savaşını andırır bir sıcak çatışmaya karşı takındığımız tavrı ifade ediyor. ABD ve Rusya arasında yaşanacak bir füze krizi bütün bölgeyi yangın yerine çevirebilir. Buna karşı Cumhurbaşkanımız Erdoğan, “Suriye'nin bilek güreşi sahasına çevrilmesinden rahatsızlık duyuyoruz” ifadelerini kullandı. Küresel rekabetin veya güç yarışının Suriye üzerinden gerçekleşmesi telafisi mümkün olmayan hasarlara sebep olabilir.
DUYARLILIK VE KARARLILIK; başta Esed’in zulmüne karşı vicdanın ve insani değerlerin yanında olmayı, mazlumlara sahip çıkmayı ifade ediyor. Esed’in katliamları sadece bebekleri ve sivilleri öldürmüyor, insanlık vicdanını da çürütüyor. Buna karşı Türkiye en üst düzeyde tepki gösterilmesini ve Esed’in engellenmesini savunuyor.
DİPLOMASI; süper güçler arasında yaşanacak bir askeri kapışmaya karşı siyasi görüşme-müzakere yollarının kullanılmasını ifade ediyor. Cenevre, Astana, Soçi hep diplomasiyi öne çıkaran, tüm tarafların ortak bir gelecek için siyasi mutabakata varmasını zorlayan buluşmalardı. Türkiye bu tür tüm mekanizmaları destekleyen bir tavır içinde oldu. Cumhurbaşkanımız Trump’la görüştüğü gibi, Putin’le de aynı süreci işletmektedir.
SAMİMİYET; özellikle nihai çözüm için içtenlikle gayret göstermek gerektiğini ifade ediyor. Cumhurbaşkanımızın “Suriye'de herkesin maskelerinin indirmesini ve olduğu gibi görünmesini istiyoruz. Kimsenin Suriye topraklarını askeri mücadeleleri için yakmaya hakkı yoktur” ifadeleri bu samimiyet beklentisini yansıtıyor.
Esed’e karşı gelişen tepkinin ABD-Rusya gerilimine dönüşmesi üzerine Türkiye’nin bir tarafı tutması gerektiğine yönelik yaklaşımlar meseleyi basite indirgemek olur. Türkiye, Amerikancı-Rusyacı gibi bir kıskaca sıkışmayacak bir ülkedir. Türkiye kendi ekseninde durur ve kimsenin kanadını değil kendi milli duruşunu temsil eder.
Çıkar ve değer uluslararası siyasette farklı şekillerde öne çıkar. Türkiye çıkar bağlamında kendi ulusal menfaatini gözetirken, değer bağlamında da insanlık değerlerini ve vicdanın sesini ortaya koyar. Esed’in zulümlerine karşı tavrı veya göçmenler meselesindeki duyarlılığı ‘değer odaklı’ hassasiyetin tezahürüdür. Rusya, İran veya ABD ile karşılıklı menfaatleri veya Suriye bağlamında çözüme ulaşmak için güdeceği stratejiler işin stratejik çıkar boyutunu yansıtır.
Esen rüzgâra göre pozisyon değiştiren ülkelerin Türkiye’nin her hamleye tam destek vermesini beklemesi anlamsız olur. Bir gün Suriye’den çekileceğini söyleyip, ertesi gün bütün gövdesiyle kavgaya girmek ne derece tutarlı bir yaklaşımdır?
Türkiye’nin Suriye tezleri ortadadır.
Türkiye ABD’yi de Rusya/İran tarafını da doğru bildiği istikamette uyarmaktadır. Türkiye, PYD’ye de, DEAŞ’a da, Esed’e de karşıdır. Cumhurbaşkanımızın şu ifadeleri bu durumu anlatıyor: “Kimyasal silah kullanan rejimi korumak ne kadar yanlışsa, teröristleri korumak da o kadar yanlıştır. Ne ABD ile olan müttefiklikten, ne de Rusya ile enerjiden güvenliğe kurduğumuz ilişkilerden, ne İran ile ilişkilerimizden vazgeçmeye niyetimiz yoktur. Katil Esed'i destekleyenler yanlış yapıyorlar, PYD'yi destekleyenler de yanlış yapıyorlar”.
Astana’da öncelik nasıl tarafları ateşkese zorlayarak sivil ölümlerin son bulmasını sağlamak ise şuanda da öncelik kimyasal saldırıları ve sivil katliamlarını durdurmaktır.
ABD’nin füze hamlesinin de, Esed’i askeri yollarla devre dışı bırakmaktan ziyade, Esed’in bir eylemini cezalandırmak anlamını taşıdığı (veya Trump’ın kendince farklı siyasi mülahazalar taşıdığı) anlaşılıyor. ABD’nin öncelikle DEAŞ perspektifine (ve PYD müttefikliğine) indirgenmiş Suriye paradigmasını değiştirmesi, yeniden asıl sorunun kaynağı olan Esed rejimini hedefe koyması gerekiyor. Bu hedefe koymanın nasıl olacağı da bölgesel dinamikleri yadsımayan ve Türkiye gibi müttefiklerinin düşüncelerini de dikkate alan bir hassasiyetle belirlenmelidir.
Dışişlerinin “kimyasal saldırı cezasız bırakılmamalı”, Cumhurbaşkanımızın “Esed bedelini ağır öder” ifadeleri Esed’e karşı bir tepki oluşmasını olumlarken, bölgesel tansiyonu yükseltecek bir büyük savaş riskine karşı teenniyle tabloyu izlemek ve diplomasiye güç vermek şeklinde olduğu görülüyor.