Adnan Menderes’in de, Turgut Özal’ın da en önemli hedefi Türk orta sınıfını güçlendirmekti. Bir şeyin güçlenebilmesi için ise önce var olması gerekir... Oysa Menderes döneminde gerçek anlamda bir orta sınıftan bahsetmek bile zordu... Menderes de biliyordu ki eğer güçlü bir orta sınıf yok ise Türkiye’de sağlıklı bir ekonomi de kurulamazdı, sağlıklı bir siyaset de...
Aynı yıllarda Türk solu ise gelişmiş ekonomilerin işçi-işveren çekişmesini Türkiye’ye adapte etmekle meşguldü. Türk solu, sanki Türkiye’de güçlü bir emekçi sınıfı varmış gibi, Türk sermayesi ve girişimciliği Almanya veya ABD ile aynı ölçülerdeymiş gibi varsayımlar yapıp, bunlardan hayal ürünü sonuçlar çıkarmaktaydı... Türk solu yanılıyordu, çünkü o yıllarda Türk işçisinin kendisini sömürtebileceği (!) güçlü bir kapitalist sınıf bile yoktu...
***
Menderes, Demirel ve Özal gibi siyasiler Türk sermayesini güçlendirmek istedikleri zaman birileri onları ‘halk düşmanı’ veya ‘sermayenin ajanı’ olmakla suçladı. Adnan Menderes’in “her mahalleye bir milyoner” veya Özal’a atfedilen “ben zenginleri severim” türü sözler bu liderlerin fakirlerden çok zenginlere yakın olmasıyla izah edilmiştir. Oysa ki Türk sağı zenginleri değil, Türklerin zenginleşmesini, özellikle de orta sınıfın zenginleşmesini sevmiştir ve bunu kendisine siyasi bir hedef olarak belirlemiştir.
Aslına bakarsanız, bazıları tarafından sanki sosyalistmiş gibi gösterilmek istenen Mustafa Kemal Atatürk dahi, farklı yollardan benzeri hedefleri gütmüştür. Cumhuriyet’in ilk neslinin bu konudaki sorunu, olmayan bir şeyi yapay yollarla, hatta zorlayarak yaratmaya kalkabileceğini sanmak olmuştur. Bu anlamda devletçi-cumhuriyetçilerin çabaları zaman zaman sosyal ve iktisadi gerçeklikle karşıtlık göstermiştir. Zaten CHP’nin içinden Demokrat Parti’yi çıkaran basit, ama hayati neden de bu değil midir?
***
Rahmetli Özal’ın neredeyse tüm liderlik yılları ‘orta direk’ dediği orta sınıfı güçlendirmek ve sosyo-ekonomik piramidin orta kısımlarını büyütmek, en altta kalanların oranını ise olabildiğince azaltmakla geçmiştir. Özal’ın bu çabaları uzun süre alaya alınmış, hatta kendisi orta sınıfı yok etmekle suçlanmıştır. Oysa Özal’ın erittiği kesim yapay olarak devlet tarafından inşa edilmiş buna rağmen sanki bir sınıfmış gibi hareket eden, kendisini devletin asıl sahibi sanan, ama esasında anakronik bir yaratık gibi ortada duran dar bir çıkar grubudur...
Özal, Menderes’ten aldığı fikirler ile güçlü bir temel attı, ancak bu sürecin sonunu göremeden vefat etti. Özal’ın hayalini kurduğu orta sınıf ise ancak 2000’li yıllarda onun özlemini duyduğu düzeye gelebildi. Bu başarıda şüphesiz Menderes-Demirel-Özal hattını doğru okuyan AK Parti’nin rolü çok büyüktür...
***
Orta sınıf üzerinde yükselen yeni Türkiye, geçmiş kavramlar ile izah edilemeyecek kadar farklı... Ne var ki bu değişimi sadece eski Türkiye’nin güçlü aktörleri değil, kendisini eskinin mağduru sayanlar da yeterince doğru okuyamıyorlar...
Eskiden kalma bir alışkanlıkla her şeyi siyaset üzerinden okumaya çalışıyoruz. Oysa Türkiye’de olup biten her şeyi eskimiş siyasi kavramlarla okumak yarını görmemize engel oluyor. İşin aslı ise yeni orta ve orta-üst sınıf birbirinden farklı kültürlerden ve siyasi arka planlardan gelen, ama ekonomik çıkarları zamanla benzeşen kişilerden oluşuyor. Hâlâ çok dinamik olan bu oluşum sonucunda belki de Türkiye’yi beyaz Türkler-taşra, merkez-çevre vs. gibi dünün kavramlarıyla okumak artık mümkün olamayacak. Değişen iktisadi ve sosyal altyapı ise ister istemez yeni bir siyasi düzeni doğuracak. Buna hazırlanmayan ise yarının Türkiyesinde kendisine yer bulamayacak...