Yükseköğretim ne işe yarar?
Yükseköğretime ilişkin en temel soru galiba budur.
Bu soruya çok net bir cevap üretmeden yükseköğretime ilişkin problemlere de çözüm önermek ve üretmek mümkün olmayacaktır.
Yükseköğretim ne işe yarar sorusu kimilerine saçma gelebilir çünkü yaklaşık herkes bu sorunun aşikar bir cevabı olduğunu düşünür.
Bu cevap da büyük ölçüde ve büyük ihtimalle yükseköğretim ile meslek sahibi olma arasında bir ilişki üzerine inşaa edilmiştir.
Kimse de bu cevabın yanlış olabileceğini düşünmez, tartışmaz, tartışmak isteyenlere de iyi gözle bakmaz.
Michael Perelman adında bir amerikalı iktisatçı var; sadece iktisatçı diye tanımlamak da pek anlamlı değil belki çünkü çok yönlü bir adam.
Perelman uzun bir süredir internet ortamlarında, makalelerinde, bloglarda yükseköğretimin ne işe yaradığı konusunu tartışmaya açtı.
Türkiye’nin bu tartışmadan öğreneceği çok şey olduğunu düşünüyorum.
Bu konu bir kez ülkemizde tüm yönleriyle ve sonuçlarıyla tartışmaya başlanırsa büyük bir çıkmazdan kurtulabileceğimizi düşünüyorum.
Dün (Cuma) açıklanan üniversite sınav sonuçları, öğrencilerin motivasyonları, sistem bütünüyle yeni bir görünüm kazanabilir.
“Yükseköğretimin (ilk dört sene) temel toplumsal değeri nedir” sorusuna günümüzde bilim, araştırma diye cevap vermek hiç de kolay değil.
Bu tür değerler, yani bilim ve araştırma yaklaşık tümüyle lisans (ilk dört sene) sonrasına ilişkin değerler.
Yükseköğretimin ilk dört senelik aşamasının temel hedefi, benim çok sevdiğim bir ifadeyle, öğrencilerin kendi bastırılmış tavanlarını bulmaya, yakalamaya yardımcı olmak.
Üniversite öncesi sürecin de, gerçekçi olarak, gençlerin tavanlarını bastırmaktan başka iye yaramadığını (!) görmek, bilmek lazım.
Bunun yöntemi de daha üniversite birinci sınıftan başlayarak gençlere meslek dersleri yüklemek falan ASLA değil.
Üniversiteli gençleri 18-22 ya da 23 yaşları arasında tarihle, sanatla, felsefeyle, iyi bilinen ve anlatılan matematikle, iki yabancı dille tanıştıralım, bunları en geniş bir özgürlük ortamı içinde yapalım, sonuçları lisansüstü aşamalarda gerçek bilim ve araştırma üretmek için çok daha yararlı olacaktır.
18-22 yaşları arasında alınacak özgür bir genel eğitimin toplumsal yararının ölçülemeyecek kadar yüksek olduğu muhakkak.
Türkiye’nin şu konuyu iyi görmediği kanaati bende yerleşik: içinde yaşadığımız sıkıntıların büyük bir bölümü öğretim genel yaşının düşüklüğünden ziyade bu ortalamanın yükseldiği segmentlerde yükseköğretimin niteliğinin kötülüğünden kaynaklanıyor.
22 ya da 23 yaşında bir çocuk aldığı yükseköğretimle öyle bir örseleniyor ki ileride bunun ne telafisi ve tedavisi mümkün olabiliyor.
Yükseköğretimde temel amaç lisans müfredat anlayışının tümüyle değişmesi olmalı.
Başka çaremiz yok.
Yükseköğretimin (ilk dört sene) sadece insanların kafasını açmaya yaradığını kabullendiğimiz gün dev bir adım atmış olacağız.