Yargı kararları özelikle de Anayasa Mahkemesi ve diğer yüksek yargı organlarına ait olanlar; ilkesel, sade, evrensel ve kapsayıcı olmalı diye düşünürüm-belki de matematik kökenli olmam dolayısıyla. Zira yargı kararları bu özellikleri taşıdığı ölçüde, yanlış yapılmayacağına ve “adamına göre” yargılamadan uzak duracağımıza inanırım.
Anayasaların vazgeçilmezlerinden olan eşitlik ilkesini ele alalım. Eşitliğe ilişkin alınacak yargı kararları ne zaman istisnalar üretmeye başlarsa, eşitlikten, sadelikten, evrensellikten ve kapsayıcılıktan biraz uzaklaşır ve ayrımcılık tuzağına düşebiliriz diye düşünürüm. Örnek vereyim.
Amerikan Anayasasında herkesin eşit olduğu yazılsa da, Amerika’da siyah ve beyaz çocuklar 20. yüzyılın ortalarına kadar ayrı okullarda eğitim almıştır. Bu, iyi bilinmektedir. Ancak, daha az bilineni, 19. yüzyılın sonlarında eyaletlerin siyahlar ve beyazların ayrı kamu hizmeti almalarını öngören kanunlar çıkarmalarıdır. Yani işin tuhaf tarafı, Anayasada öngörülen eşitliğin bizzat kanun marifetiyle bozulmasıdır. İşte bu tuhaflığın dayandığı zemin, Amerikan Anayasa Mahkemesi’nin 1896 yılında aldığı ünlü bir karardır: “ayrı ama eşit” (separate but equal).
Yarım asır boyunca Amerika’da geçerli bir doktrin olarak kabul edilen bu karar, eyaletlerin siyah ve beyaz çocukların ayrı okullarda eğitim almasını öngören yasalarının Anayasaya aykırı olmadığını ifade etmektedir!
Bu karar, 19. yüzyılın sonunda Amerika’da kıpırdayan reformcu ve özgürlükçü hareketlerin yavaşlamasına ve hatta eyaletlerin yeni ayrımcılık yasaları çıkarmasına vesile olmuştur. Karar dolayısıyla, milyonlarca insan on yıllar boyunca her türlü ayrımcılığa maruz kalmaya devam etmiştir.
Amerika Anayasa Mahkemesi, tarihindeki bu kara lekeyi, 1954 yılındaki ünlü “Brown vs. Board of Education” kararıyla silmiştir. Mahkemenin 9 üyesi oybirliğiyle “ayrı eğitim hizmetleri doğası gereği eşitliğe aykırıdır” demiş ve siyahlarla beyazların ayrı okullara gitmelerinin ayrımcılığa yol açtığını belirtmiştir.
Amacım, Amerikan tarihini veya Amerikan Anayasa Mahkemesi’ni anlatmak değil. Bu örneği anlatmamın sebebi, bir Anayasa Mahkemesi kararının, Amerikan tarihinde silinmeyecek ayrımcılıkların ve ırkçılığın en az 50 yıl daha sürmesine zemin hazırlamış olmasıdır.
Bizdeki durum da farklı değildir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi ve diğer yüksek yargı organlarının bugüne kadar çok fazla tartışmalı kararları oldu. Hatta açıkça ifade edelim, bir sürü skandal karar, yüksek yargının imzasını taşımaktadır. Danıştay’ın katsayı kararları ile Anayasa Mahkemesi’nin başörtüsü yasağını kaldıran kanunları iptal etmesi, 367 ve twitter kararları aklıma ilk gelen örneklerdendir. Bunları ayrıntılı tartışmak amacında değilim.
Sadece ifade etmek istediğim husus, birçok skandal kararın arkasında, yüksek yargı üyelerinden beklenmeyecek derece mantık hataları ve bilgi yanlışları vardır. Başta ifade ettiğim hususa geri dönecek olursam, bu skandal kararların ne derece ilkesel, sade, evrensel ve kapsayıcı olduğu tartışmalıdır. Ayrıca, sağlam bir hukuksal zemine dayanmayan tartışmalı kararlar, Türkiye’nin gelişimini alabildiğine olumsuz etkilemiştir.
Neyse ki, doğru ve hakkaniyetli kararlar da yok değil. Anayasa Mahkemesi, 25 Haziran 2014 günü başörtüsüyle duruşmaya alınmadığı için bireysel başvuruda bulunan bir avukatın haklarının ihlal edildiğine karar verdi. Mahkeme, avukatların başörtüsüyle duruşmaya alınmamasının, Anayasa’nın eşitlik ile din ve vicdan hürriyetini düzenleyen 10. ve 24. maddelerine aykırı olduğuna hükmetti. Gerekçelerine de bakıldığında kararın evrensel ve kapsayıcı olduğu ve dolayısıyla her türlü ayrımcılığı reddetme kaygısıyla alındığı görülmekte.
Hukuk fakültelerinin öğrencilerine yüksek yargı organlarının kararlarını öğretmesi yetmez, bu kararları sorgulamayı öğretmeleri ve kararlardan dersler çıkarmaları gereklidir. Ayrıca, hukukçu olacaklara hukuk eğitiminin içinde sağlam bir mantık, tutarlılık ve ölçülülük dolayısıyla matematik eğitimi de gerekli diye düşünüyorum.