17 Aralık operasyonuyla ilgili kurulan TBMM Soruşturma Komisyonu, 4 eski bakan hakkındaki kararını bugün verecek.
Komisyon ya “Yüce Divan’a gitmelerine gerek yok” diyecek.
Ya da “Gitmeliler”...
Komisyon ‘savcılık’ hükmünde.
Kararı da ‘iddianame’ olacak.
Bu iddianame TBMM Genel Kurulu’na gelecek...
Komisyonun kararı ne olursa olsun nihai kararı Genel Kurul, yani milletvekilleri verecek.
Karar da ‘siyasi’ olacak.
***
Bu operasyonlar, yerel seçime 3, cumhurbaşkanlığı seçimine 8 ay kala siyasi sonuçlar yaratsın diye yapılmıştı.
Yarattı da... Muhalefetin tek seçim sloganı ‘yolsuzluk’ oldu.
Hükümet de buna karşı ‘hukuk kılıflı siysi operasyon’u anlattı halka...
Ve millet her iki seçimde de ‘operasyon’a karşı oy kullandı...
Ancak buna rağmen ‘yolsuzluk ve rüşvet algısı’ da kamuoyunda karşılık buldu.
Bugün de bunları genel seçime 5 ay kala konuşuyoruz...
Komisyon veya TBMM Genel Kurulu’ndan hangi karar çıkarsa çıksın, 6 ay sonra yapılacak seçimler öncesi siyaseten kullanılacak.
Bunu, eski bakanların “Kendi isteğimizle Yüce Divan’a gitmek istiyoruz” demeleri bile değiştirmez. ‘İstifa etmek onurlu davranış olur’ diyenlerin, bakanların istifalarından sonra “Madem haklıydılar neden istifa ettiler” (Yusuf Halaçoğlu, MHP) sözleri yeterli örnektir.
Yüce Divan kararı çıkarsa ‘siyasi operasyon iddiası çöktü’ diye yorumlanacak;
AK Parti, “bakanları Yüce Divan’da yargılanırken” seçime girecek;
‘17 Aralık siyasi bir operasyondur’ savunması tartışılacak;
Muhalefetten de ‘yolsuzluk iddialarına duyarsız kalmadılar’ diye bir takdir gelmeyecek...
Aksi karar çıkarsa ‘yolsuzluğu akladılar’ denilecek...
Ki zaten bir yıldır bundan başka birşey söylenmiyor...
***
AK Parti cephesinde ağırlıklı görünüm, “17 Aralık’ın ‘siyasi operasyon’ olduğu gerçeğini ‘bahane’ye kurban verecek bir sonuç çıkmayacağı” yönünde...
AK Partililer, meselenin ‘dört bakanı aklamak’tan öte olduğu konusunda hemfikir; -suç isnatlarından bağımsız olarak- bakanların linç kampanyasıyla zaten siyaseten en ağır cezayı yaşadıklarını düşünüyorlar.
Ve 17 Aralık’tan bu güne kadar ortaya çıkan ‘paralel yapı’ tablosuna işaret ediyorlar.
Ayrıca;
‘Yargılansınlar’ denilse de bir hukuki yargılama olmayacak.
Zira Yüce Divan denilen yer Anayasa Mahkemesi!..
***
İşin ‘adli’ boyutuna bakarsak;
Usulünce çalışılmış bir soruşturma ve ortaya konmuş bir iddianameye sahip olsaydık, ‘sadece’ yolsuzluk ve rüşvet iddialarını ele alabilirdik.
Ancak;
Daha ilk dakikalarında ‘sorunlar’ ortaya çıkmıştı.
Soruşturmalar başsavcıdan gizlenerek ve kimi adli kayıtlara sokulmadan, kimi de kod isimler verilerek yürütülmüştü;
Soruşturmada bu kadar ‘ketum’ davranabilen savcı ve polislerin elinde olması gereken her şey aynı gün internette yayılmıştı...
Ses kayıtları, görüntüler ve bunların bir senaryo oluşturacak şekilde toparlandığı ‘tape’ler...
Hukuki delillerine güvenen savcı ve/veya polisler bunu neden yapsınlardı ki?
Arkasından gelen 25 Aralık girişiminde de aynı sorunlar vardı.
“Delil denilen her şeyin hukuki bir dava için değil, kamuoyunda algı oluşturmak için hazırlandığı” tespiti bunun üzerine yapıldı.
17 Aralık soruşturması başka savcılara verildi ve “Usulüne uygun delil toplanmadığı, suçun unsurlarının oluşmadığı ve herhangi bir örgüte rastlanmadığı” gerekçesiyle ‘takipsizlik’ kararı çıktı.
‘Gerekçe’ hukuki olarak ortadan kalktı.
Takipsizlik veren savcılar ‘aklamakla’ suçlanıyor.
Ancak bundan asıl ‘hukuka uygun delil toplamayan’ 17 Aralık savcıları sorumlu tutulmalı...
***
Son tahlilde;
17 Aralık’çıların ‘algı oluşturma’ maksatları hasıl oldu...
Ses kayıtlarının ve görüntülerin tam kayıtları ve tarihleri bilinmediği için ‘tape’lerde verilen kısımlar ve tarihlerle oluşturulan ‘senaryolar’ akıllarda kaldı.
‘Tahşiyeciler davası’ndan öğrendik;
‘Eliyle koymuş gibi’ bulunan bomba ve silahlar üzerinden nasıl ‘terör örgütü’ icat edildiğini;
“Dünyanın egemenleri Müslümanların güçlenmesine, silah üretmesine engel oluyor; oysa Müslümanlar da her şeyi yapabilir” tezine, kulaktan dolma “Mesela bir Laz mucit evinde füze yapmış”örneğini veren bir cemaat liderinin nasıl “Füze yapın, silahlanın diyen El Kaideci örgüt lideri” haline getirilebildiğini...
Bu ‘kötülüğün önlenemez başarısı’dır...
Operasyonu yapanların, işbirlikçilerinin ve ‘düşmanımın düşmanı dostumdur’ koalisyonu oluşturarak destek verenlerin ‘vicdan’ baskısı yapması;
En laiklerinin, hatta Maocularının bile ‘ayet ve hadisli’ yazılarla halkın inanç hassasiyetlerini sömürmesine bakınca kötülüğün bir ‘ara düzey’ olduğu anlaşılıyor.