Yordular, yoğurdular...Necdet Subaşı dostumun kullanıma soktuğu "Din yorgunu" kavramına bir telmih değil bu sözüm. Başka bir yorgunluktan, yol yorgunluğundan bahsediyorum. Yorucu, yoğurucu, uzun bir yolculuktan yani. Ama geçen sene bu vakitler piyasaya çıkan "Yolcîtî" kitabım da değil mevzu. Benim "Yolcîtî", yoran, yoğuran bir yolculuk değildi zaten. Van gölü çevresini kapsayan mütevazı bir yolculuğa çıkmışsın, yorması ne olacak ki, yoğurması ne olsun? En az üç yüz yıldır Batı ile çıktığımız fikir ve hayat tarzı yolculuğudur kastettiğim. Yorucu olmasının yanında yoğurucu da olması bu yüzdendir. Fikir yoğurur ve tabi her zaman olumlu tarafından değil.
Bu yorgunluğun, yoğurulmuşluğun belirtilerini, yakın tarihin belki de en korkunç katliamlarının yaşandığı Gazze karşısındaki bezgin, bitkin, yılgın, hatta ölgün tavrımızdan görmek mümkün. Gözlerimizin feri sönmüş. Yorgunluktan göz kapaklarımızı kaldıracak mecalimiz kalmamış. Bizi, çıktığımız bu yolculuk fena halde yormuş. Bizi kurtarsın (!) diye batının peşi sıra çıktığımız bu yolculuk yoğurmuş bizi. Pestilimizi çıkarmış bu yolculuk.
Gazze olayları karşısındaki durumumuz da gösterdi ki artık onların istedikleri kıvama da gelmişiz. Yani yorulup yoğurulmakla kalmamış, dönüşmüş, başkalaşmışız da. Artık kendimiz değiliz. Bir parçamız, özümüz Gazze, artık yabancımız çünkü.
Nereden baksan, bir üç yüz yıl vardır batı ile yol yürüdüğümüz. Bu yolculuğun rehberi, ne yaptığını, nereye gittiğini, nereye varacağını bileni, esasen bu yolculuğun planlayanı batı olduğu için de yolculuğun yorulanı ve yoğurulanı olmamız kaçınılmazdı. Tecrübeyle sabittir, nereye, ne zaman varacağını bilmeden meçhule doğru yol alan biri normalden birkaç kat daha fazla yorulur. Belirsizlik yiyip bitirir beynini çünkü ve normalden kat be kat fazla güç sarf eder. Şu menzil, olmadı şu konak, ha gayret, öteki durak...derken dizlerinde mecal kalmaz insanın. Gözlerinin önünde evladı doğransa, elini kaldıracak takati kalmaz. Gazze'ye dönüp bakmadığı, bakamadığı, hatta yabancı görmüş gibi bigane kalması koskoca ümmetin, bu yüzdendir.
Bu, aynı zamanda azıksız çıktığımız bir yolculuktu. Üç yüz yıllık yolculuğa azıksız çıktığımız için de batı bize neyi, ne zaman, hangi koşullarda sunduysa onunla yetindik, kemali afiyetle yedik. Ne yiyorsan osun, demişler. Biz de bu yediklerimiz neticesinde batıya dönüştük nitekim. Tabi fikir azığından bahsediyorum. Söylediğim gibi en az üç yüz yıldır çıktığımız bu yolculukta batının her on yılda bir bize sunduğu fikir azıkları yüzünden beynimiz bir düşünce mezbelesine dönüşmüş artık. Neler yutmadık neler? Faşizm mi, Komünizm mi, Ulusçuluk mu, milliyetçilik mi, ırkçılık mı kaldı yemediğimiz?
Hem yordular hem yoğurdular hem de dönüştürdüler anlayacağınız. Bir adımız kaldı bizden yadigar, kuru kuruya övündüğümüz.
Belli bir plan dahilinde bizi belli bir amaca doğru yürüttükleri için, kronolojik olarak istedikleri kıvama gelip gelmediğimizi ölçmek amacıyla deneyler de yaptılar. Hiç bilmediğimiz sorunlar saldılar içimize. Hiç bilmediğimiz düşmanlıklar koydular önümüze ve sonra birbirimizi boğazlarken seyre daldılar. Saha kenarında takımının performansını takip eden antrenör gibi notlar tuttular, yeni bir maça hazırlık yapar gibi yeni bir düşmanlığa hazırlık için. Kıvamımızı ölçtüler. Arap aydınlanması, Arap baharı, falan devrim, feşmekan ayaklanma, şu çakıl taşı, bu kayalık derken gün be gün enerjimizi boşalttılar. Zaten üzerinde oturduğumuz toprakları, fiilen içinde yaşadığımız şehirleri almak için birbirimizi kesmemizi bile denediler. Kısacası iyice yordular.
Şimdi kendimiz, özümüz, bir parçamız Gazze, gözlerimizin önünde kıtır kıtır doğranıyor, cayır cayır yanıyor, dönüp bakacak takatimiz yok. Tüketmişler bizi.
Biz batı yorgunuyuz, bizi beklemeyin. Artık parlak putlar gibi bambaşka ideallerimiz var. Kur'an'ın ifadesiyle "bize altından yapılmış buzağı sevgisi içirilmiş"!..