Yaklaşık 1,5 aydır ağırlıklı olarak Beşiktaş’a gereken teknik direktörü tanımlamaya uğraşıyorum. Daha önce defalarca yazdım, formülün şu en kısaltılmış haliyle yetineyim bugün: “Yabancı bir sistem hocası.” Neden bu kadar ısrarcıyım böyle bir seçenekte? Gelin, bazı şeyleri açık açık konuşalım: Şike soruşturmasında neredeyse 11 ayı geride bırakmak üzereyiz. Bu süreçte iddianameyle birlikte yayınlanan “ek klasörler” kafamı kurcaladı en çok. Keşke bunları hiç görmeseydim, okumak zorunda kalmasaydım, ama okumuş bulundum. O günden beri de tek bir hususa dikkat çekmeye çalışıyorum: Mesele şike falan değil, asıl mesele futbol kültürümüzde. Yöneticinin, TFF üyesinin, teknik adamın, futbolcunun, menajerin, yorumcunun, habercinin tutumunda.
Nüfuz ve iktidar politikalarının havada uçuştuğu, çıkar ve ahbap-çavuş ilişkisinin egemen olduğu, herkesin bir diğerinin ayarını kolayca bozabildiği bir kapalı devre. Futbolumuzun neden geriye gitmekte olduğunun açık kanıtı. Ben de diyorum ki önemli başarılar sayesinde gelen “güvenlik alanı”na sahip birkaç ad istisna, hiçbir yerli teknik adam bu “kapalı devre”nin üstesinden gelemez Beşiktaş’ın içinde bulunduğu koşullarda.
Üst üste alınacak 2-3 yenilgide bile ayarı bozulur. Kulislerin etkisinde kalır. “Devrim” falan derken, bir bakmışsınız işi “sağlamcılığa” bağlayıvermiş. Husumet toplamaya başlamışsa, bir de arkası sağlam değilse, “doğruları” bile kolayca ve ikna edici biçimde yerilmeye başlanır. Yönetim kararlı olsa bile, kendisi cesaretini yitirebilir. Daha beteri var: “Kapalı devre”de güçlü bir ilişki ağına sahipse, bu kez de “yanlışları” bile dostluk ya da çıkar uğruna alkışlanabilir, mazur gösterilebilir. Yeni bir öykü değil anlattığım. Daha ayrıntıya girmeme gerek var mı?
Bir önceki yazımda laf olsun diye yazmadım şu cümleyi: “Türk futbol camiasının ‘kendine özgü ilişkileri’nden ve ‘etkileşim ağı’ndan arınık, tümüyle bihaber bir hoca gerek Beşiktaş’a.” Son bir kez yinelemiş olayım.
Burası “katenaçyo” ülkesi
Değişmeye direnen, dış dünyaya kapalı bir futbol kültürümüz var. Bakmayın onca cafcaflı lafa. Bu ülkede her yol dönüp dolaşır, “katenaçyo”ya çıkar. Hem de en kaba saba, en demode biçimine. Hep söylüyorum, play-off’un futbol kalitesi ortada. Bizde ancak hedefsiz kalmış takımların gazozuna yaptığı maçlarda “pozitif futbol”un izi görülür. Serap gibidir o da, gelip geçer.
Ne yazık ki bu “dışa kapalılık” halinden yerli teknik adamlar da nasibini alıyor fazlasıyla. İçinde yetiştikleri koşulları aşmaya pek azının gücü yetiyor. Buna bir de yukarıda yazdığım olumsuzlukları, çapraşık ilişkilerin perspektifi bozma tehlikesini ekleyin. Baştaki formüle dönüyorum Beşiktaş için: Yabancı bir sistem hocası. Takım belli bir “oyun anlayışı” ve zihinsel disiplin kazansın önce. Sonraki yıllarda aynı “oyun anlayışı”nı benimsemiş ve cesur bir yerli teknik adam neden olmasın? Yeter ki kendisi de takım da buna hazır hale gelmiş olsun.
Fotoğrafın bütününü görmek
Kötü bir dönemin ardından, Beşiktaş’ın yeni yönetimi zorlu sorunlarla yüz yüze: Doğru alana yoğunlaşmak, beklentileri yönetebilmek, “sistem”i olan bir takım oluşturmak. Teknik adamın kişilik özelliklerinin çok tartışıldığı bir ülkeyiz. Yönetici hocayla kapışır, yorumcu dostuna dert yanar. Futbolcu hocadan hoşlanmaz, muhabire kulis yapar. Hızla da dolaşıma giriyor artık böyle şeyler. Teknik adamın kişilik özellikleri ve kişilerle ilişkileri belirleyici olsaydı, Ferguson ya da soğuk nevale Wenger’in yüz kez kovulması gerekirdi kulüplerinden. Beşiktaş yönetimi doğru teknik adamı seçer, bu tür saçmalıkları bertaraf edecek bir profesyonel yapılanma sağlar, fotoğrafın bütününe, yani “sahaya yansıyan futbol”a bakar ve yatırımı ona yaparsa, sorunların büyük kısmını çözmüş olacak esasen. Camianın iniş çıkışlarından ve futbol medyasında esecek rüzgarlardan etkilenmemeyi başardığı ölçüde elbet.