Bu tedirginliği nerede görsem tanırım. Her zaman, özellikle kadınlı erkekli ortamlarda abdestimizin bozulması endişesini taşırız. Tv'de görmüştüm. Birleşmiş Milletlerin bir toplantısında, Dışişleri bakanı Hakan Fidan salona giriyor. Yanından geçen bayanın eline eli değmesin, dolayısıyla abdesti bozulmasın diye kolunu arkasına bir kaçırması var ki tam bir Şafiî refleksiydi.
Bir de köpeklerin bulaşması, Şafiîleri fena halde tedirgin eder.
Akşam saatleriydi. Biraz yürümek istiyordum. Evin, caddeye bakan tarafındaki kaldırımın neredeyse tamamını kaplayacak şekilde iki araba peş peşe park etmişti. Bir adam ancak geçebilirdi yanlarından. Caddede Arabalar vızır vızır geçiyordu. Kaldırımı işgal eden arabaların bıraktığı koridordan geçmek üzereydim ki, iki genç kızın, küçücük bir köpekle karşıdan geldiklerini gördüm. Olduğum yerde durdum. Köpek de durdu. Köpeğin durduğunu gören kızlardan biri "n'oldu aşkııım!" dedi. Sonra bana baktı, "bu minnacık köpekten mi korkuyorsun?" der gibi. Kaldırımı istila eden arabalardan biri, Beyrut'un burnunun dibine demir atmış ABD savaş gemisi havalarındaydı. Arkasındaki eski model kaldırım müstevlisi ise, az önce Yemenlilerin elinden canını zor kurtarmış gibi öndekinin gölgesine sığınan, çaptan düşmüş emperyalistin külüstür firkateynini andırıyordu.
Tanrım, dedim, bu çıkmazdan nasıl kurtulacağım? Sağa çekilsem, arabalar mecal vermiyor. Sola kaçsam duvar geçit vermez. Yoluma devam etsem, bu dar vakitte elbisem beynamaz olacak? Sonunda kızlar, köpeğin, tasmasını çektiler de temassız geçip gittim.
Kendimi Refah kapısında, İsrail'i kast ederek "sahibi kimse, tutsun şunun tasmasından" diyen Hakan Fidan gibi hissettim.
Bir de İmam Şafiî'nin hemşerileri olan Gazzelileri düşündüm. Şafiî Kürtlerin Gazze'ye ilgisi de buradan geliyor zahir, dedim. Onlar gibi biz de köpeği evimizde istemeyiz. Kemalist Kürtler bunu anlayamazlar. Bu yüzden Diyarbekir'de Şafiî Kürtlerin mahşeri bir kalabalıkla Gazze'ye destek verdiğini görünce, koridorun ucunda bendenizi görmüş minnacık mahluk gibi afallamışlardı.
Hakan Fidan'ın Refah sınır kapısının yanında yaptığı konuşmayı dinlerken, bir arkadaşımın anlattığı Hacı Felemez hikayesi aklıma geldi. Beş vakit namazı camide kılarmış Hacı Felemez ve camiye giderken, Cindî ağanın evinin önünden geçmek zorundaymış. Ağanın da en az Siyonist-tecavüzcü çete kadar azgın bir köpeği varmış. Vakıa, Hacı Felemez değneksiz dolaşmazmış, ama yine de belli olmaz, köpektir bu, zincirini koparabilir, gelip bacağını ısırabilirdi. Isırması bir şey değil de muhtemelen bir yedeği olmayan şalvarının beynamaz olması meseleydi. O yüzden Cindî ağanın evine yaklaşınca, "köpeği tutun" diye seslenirmiş. İçeriden biri koşar köpeğin tasmasından tutar, Hacı Felemez geçene kadar beklermiş. Bazen günde beş vakit çıkıp köpeğin tasmasını tutmaktan sıkılırlarmış haliyle. O yüzden Hacı Felemez'in sesini duyunca, "geç, Hacı geç! zinciri kısa" derlermiş. Gerçi hikayenin sonunda Hacı Felemez, çağdaş uyutma yöntemini andıran bir çözümü devreye sokarak hem kendini hem de Cindî ağa ailesini bu dertten kurtarmış ama şimdi anlatıp da köpek sahiplerini tedirgin etmeyelim. Tasmalarından tutsunlar kâfi.
Şafiîlerin derdi, köpekler, şunu ısırdı, bunu parçaladı, sağa hırladı, sola havladı...o halde öldürülsünler... değil. Evimizde istemiyoruz! Ya da yolumuzu tıkamayın ki temassız geçip gidelim sokağımızdan.
İsrail'in de Lübnan'a saldırması, Suriye'yi ısırması, Golan'ı çalması, Gazze'yi yıkması, İran'a şarlaması, Türkiye'ye diş bilemesi mesele değil. Yıkılan yapılır, dağılan toparlanır, çalınan geri alınır. Gerisi bir "hoşt"a bakar. Derdimiz, evimize girmiş olmasıdır. Sahiplerine anlatmak istediğimiz budur. Değilse, bir Hacı Felemez çıkar ve kendi yöntemini devreye sokar illaki.