Türkiye’nin Suriye politikası üzerine onlarca yazı yazdım, pek çok yerde düşüncelerimi dile getirdim. Suriye üzerindeki hesaplaşmanın bölgesel ve küresel ölçekteki karşılığını, kodlarını, ittifakları, farklı tezleri ve ortak arayışları olabildiğince soğukkanlı bir yaklaşımla okura aktarmayı tercih ettim.
Bunca ateşli ve de futbol taraftarlığını aratmayan yaklaşımların ortasında ‘soğukkanlı’ olmak para etmiyor, farkındayım. Ancak zaman zaman şöyle bir nefes alıp ‘İşler nereye gidiyor, biz ne yapıyoruz, ne yapmalıyız’ demenin herhalde kimseye zararı olmaz. Zira Suriye derken aslında kendimizi, bölgemizi, tarihimizi ve aynı zamanda geleceğimizi konuşuyoruz.
Türkiye’nin yeni bölgesel mimaride kendisine nasıl bir yer aradığı sorusu hala güncelliğini ve yakıcılığını koruyor. Güncel; çünkü cevaplamak zorundasınız ve bu sizin kaderiniz. Yakıcı; çünkü vereceğiniz yanlış bir cevabın maliyeti çok ağır olabilir.
Kim ne derse desin Ankara, geçmişteki içine kapanık ruh halinden çıktı, bölgesinde ne olup bittiğine ilgi gösteriyor. Kendisine sorun dayatılan bir ülke olmayı geride bırakmaya kararlı. Savunma hattını, siyasi sınırları dahilinde değil, doğal sınırlarında oluşturmaya çabalıyor. Bunların hepsi yerinde ve doğru adımlar olarak görünüyor. Yetersiz, ama doğru.
***
Ancak bundan sonrası çok daha çetin ve bir o kadar da keskin virajlarla dolu. Üstelik zorlukların önemli bir bölümü, dış dinamiklerden çok, bizzat kendi içimizdeki engellerden kaynaklanıyor.
Ana muhalefet partisinin ısrarla ve inatla kendi ülkesinin dış politikasını baltaladığı, uluslararası sisteme sesini duyurabilmek için bin bir yol denediği bir dönemdeyiz.
Eğer CHP’nin ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun ortaya koydukları alternatif bir tez olsaydı, böyle bir farklılık Türkiye’nin elini daha da güçlendirirdi. Ancak alternatif olmak bir yana, doğrudan başka bir tezin uzantısı olarak konuşuyor ana muhalefet partisi.
Türkiye’nin hangi araçlarla, hangi alanda ve nasıl etkin olabileceğine dair tek bir öneri ya da anlamlı bir cümle duyamıyoruz CHP’den. Neredeyse geçmişin ezberlerini tekrarlıyor ve Ankara’yı yeniden içine kapanıp ‘kimsenin işine gücüne karışmamaya’ davet ediyor.
O nedenle de bizler, Baas ve Esad övgüleri dışında, CHP’nin Suriye konusunda ne düşündüğünü bilmiyoruz. Suriye ve Irak Kürtleri hakkında bir yaklaşımları olup olmadığını öğrenemiyoruz.
***
Suriye konusunda tartışmamız gereken bu işten nasıl sıyrılacağımız değil. Türkiye’nin bu işten sıyrılması ya da geri çekilmesi değil, nereye bakacağını ve hangi alanda nüfuz mücadelesi yürüteceğini gözden geçirmesi gerekiyor.
Bunun için öncelikle tarihi doğru ve soğukkanlı biçimde yeniden okumak, coğrafyaya tekrar bakmak, zorlama ve suni ittifaklar yerine, yanı başımızda bizi bekleyen doğal entegrasyonların önünü açmak gerekiyor.
Türkiye’nin Sünni Araplarla elbette pek çok ortak yanı var. Ancak bu ortaklıkların sahici anlamda ‘bir arada yaşama tecrübesi’ sunduğunu söylersek, kendimizi kandırmış oluruz. Diplomatik ve siyasi ilişkiler, bölgesel ve uluslararası krizler karşısında ortak tavır almak gibi zeminlerde elbette doğru dürüst ilişkiler kurmalıyız, kuruyoruz da.
Ancak mesele entegrasyona, ortak bir gelecek tasavvuruna gelince işler biraz karışıyor. Mısır’ın Kürtlerle bütünleşme ve ortak bir gelecek iddiasında bulunması ne kadar abesle iştigal ise, bu taraf için de aynısını söylemek zorundayız.
Yol arkadaşlarımızı gözden geçirmek ve yola öyle devam etmek zorundayız. Bunu daha açık nasıl ifade edebilirim, bilemiyorum doğrusu.