Geçen hafta Dikey Geçiş Sınavı (DGS) kılavuzu ÖSYM tarafından yayımlandı. DGS, iki yıllık yani ön lisans programlarından lisans programlarına geçiş için yapılan bir sınav. DGS, hem Meslek Yüksekokulları (MYO’lar) hem de açıköğretim ön lisans programlarını kapsıyor.
DGS, lisans eğitimi almak isteyen ön lisans öğrencilerini yeniden üniversite giriş sınavına mecbur bırakmaması açısından, oldukça iyi bir fırsat. Son yıllarda üniversite kontenjanlarının artırılmasına paralel olarak DGS’nin kontenjanları da artırıldı. Çok da iyi oldu. YÖK’de geçmişte danışmanlık yaptığım için, başta MYO’lar ve DGS’den sorumlu YÖK üyesi Durmuş Günay olmak üzere YÖK Başkanları Yusuf Ziya Özcan ve Gökhan Çetinsaya ile üyelerinin bu konudaki gayretlerini iyi biliyorum.
Hem YGS/LYS hem de DGS kontenjanlarının artırılması sayesinde, üniversite giriş üzerindeki baskı daha da azaldı ve ön lisans öğrencilerine yeni fırsatlar sunuldu. Dahası, artan DGS imkânları sayesinde, MYO’ların ve mezunlarının saygınlığı arttı.
DGS kontenjanlarının artırılması, zaten katı olan Türkiye yükseköğretim sistemindeki en esnek uygulamalardan biri. Yani, YÖK, DGS uygulamasının korunması ve geliştirilmesi konusunda oldukça hassas davranmalı. Ancak geçen hafta yayımlanan kılavuz, YÖK’ün tutarsız bir kararla mevcut esnekliği de azalttığını gösteriyor. Daha önemlisi, aşağıda belirteceğim nedenlerden ötürü, yanlış bir karar söz konusudur.
Açıköğretime haksızlık
2014 DGS kılavuzunda geçmiş yıllara göre bir değişiklik yapıldı ve açıköğretimlilerin hukuk fakülteleri kontenjanları sınırlandırıldı. Buna göre, devlet üniversitelerinin hukuk fakültesi kontenjanları ikiye ayrıldı. Bu kontenjanların yarısına sadece, yüz yüze (örgün) öğrenciler başvurabilecek. Diğer yarısına ise, hem yüz yüze hem de açıköğretimliler başvurabilecek.
Yani, iki farklı öğretim biçimi kullanan ancak içeriği bizzat YÖK tarafından onaylanan programlar arasında bir ayrımcılık yapılıyor.
Açıkçası, YÖK’ün açıköğretimlilere karşı, -orijinaline kıyasla insaflı ama yeni- bir katsayı kararıyla karşı karşıyayız. Çünkü bu uygulama, notu ve DGS puanı yüksek olanı değil, nereden mezun olunduğunu esas alıyor. Tıpkı üniversite girişteki yıllarca uygulanan orijinal katsayı kararı gibi. Yani bireysel liyakat değil, mezun olunan okul belirleyici oluyor.
Bu kararın en tuhaf tarafı, hak ve hukukun öğretildiği hukuk fakültelerine ilişkin olmasıdır. Tahminime göre, hukuk fakültelerinin talebi üzerine alınmış bu kararın maalesef hiçbir hukuki dayanağı olduğunu sanmıyorum. Dahası, bu tür belli bir zümreyi veya alanı korumaya yönelik yama kararların, YÖK’ün yükseköğretim sistemindeki hakem ve bütünleştirici rolünü zedelediğini düşünüyorum.
Açıköğretim (adalet) tercih edip halen okuyan veya oradan mezun olanların çoğu zaten hukuk fakültesine DGS ile geçiş imkânından dolayı bu tercihi yapmışlardı. Bu öngörülemez karar, onların geçmişteki tercihlerine saygı duymuyor.
Sendikalılık ve harranlılık
YÖK’ün bu kararı, Kemal Sunal’ın unutulmaz bir repliğini akla getiriyor.
Kibar Feyzo rolündeki Kemal Sunal’la birlikte işçiler maaş almak için sıraya girmiştir. Kibar Feyzo’dan önce bir kişi maaş alır; saymanın “300” diye sesi gelir ve parayı işçiye verir. Sonrakine de aynı şekilde “300” der ve parasını verir. Sıra Kibar Feyzo’ya gelince, sayman “100” der ve parasını Kibar Feyzo’ya verir.
Sonrasında Kibar Feyzo ile sayman arasında şu ünlü diyalog geçer:
Kibar Feyzo: “Hepsi, bu kadar mı, kurban?”
Sayman: “Evet”
Kibar Feyzo: “Benimki niye ötekilerden eksik?”
Sayman: “Onlar sendikalı.”
Kibar Feyzo: “Ben de Harranlıyam.”
Sayman: “Git ulan işine.”
Bunun üzerine Kibar Feyzo geriye doğru adım atar ve oradan uzaklaşırken aksanıyla şöyle der: “Patron da sendikalı herhalde. Hemşehrisini kori [koruyor].”
YÖK’ün “hemşehrisi”ni korumayacağını ve bu yanlış kararından dönmesini umut ediyorum.