Milli Eğitim Bakanlığı bu haftasonu bir “BULMA” konferansı düzenledi. BULMA’ya vurgu yapmam şundandır; aslında bu kavramın orijinali ARAMA KONFERANSI iken Ziya Hoca ve ekibi orada da bir mesaj vermişler, “ince” görmüşler.
Etkinliğin katılımcılarına baktığımızda sosyologlar, eğitimciler, toplum bilimciler, devlet adamları, yazarlar, girişimciler, sivil toplum örgütü başkanları, sanatçılar, spor adamları ve daha nicelerini görüyoruz. Kısacası her yerden, her alandan isimleri davet etmişti Bakanlık.
Peki eğitimin içinden gelen bir bakanın, özel okul kuruculuğu ve yöneticiliği yapmış, 59. Hükümet döneminde Talim Terbiye Kurulu Başkanlığı yapmış, eğitimle ilgili birçok dernek ve kuruluşta görev almış bir ismin eğitim konusunda yapılacakları bu kişilere sormaya ihtiyacı var mı?
Acaba Prof. Ziya Selçuk bu göreve geldiğinden beri “Eyvah, ne yapacağım ben?” diye kara kara düşünüyor mu? Bu yüzden mi bu 100 uzman ismi çağırdı, “bir akıl verin, nasıl çıkacağım bu işin içinden” dedi?
Elbette hayır. Ziya Selçuk çok akıllıca hamleler yapıyor.
Mesela biri şu; Çeşitli vesilelerle çıktığı kürsüden konuşmalar yaparak evdeki hane halkına hitap ediyor, “Derdinizi biliyorum, çözeceğim ama çok hızlı sonuç beklemeyin, boyacı küpü gibi daldır-çıkar bir iş değil bu” diyor ama çokça da umut veriyor. Neden? Çünkü umut olmazsa, olmaz. Sokaktaki insan, evdeki vatandaş inanmazsa değişim sağlanamaz.
Bir diğeri de bu BULMA konferansı, daha doğrusu bu konferansın arkasındaki gerçek. Ziya Selçuk bu 100’e yakın uzman, kendi alanında muteber, sesi duyulan, dinlenen, birçoğu için kanaat önderi diyebileceğimiz ismi çağırarak onları da derdine ortak etti.
Artık isteseler de istemeseler de bu işin bir parçası onlar. İnsanlara anlatacaklar, yanlış bildiklerini düzeltecekler. Hatta savunacaklar, evet evet, savunacaklar, çünkü oradalardı, artık yeni kurulacak sistemde onların da payı var. Ziya hoca bu isimleri akıllıca bir hamleyle borçlandırdı. Ziya Hocanın yapmak istediği paradigma değişimini dinlediler, köşelerinde yazacaklar, konferanslarında söz edecekler, dedim ya, hepsi etkili isimler.
Neden bütün bunları yaptı Ziya Hoca?
Çünkü böylesine köklü bir değişim toplumun büyük bir kesiminin desteği olmadan olmaz, kamuoyu desteği olmadan olmaz, televizyoncusu, köşe yazarı, fütüristi, girişimcisi, kısacası toplumun kutup yıldızlarını, deniz fenerlerini yanına alarak büyük bir moral üstünlüğü sağladı.
Ayrıca elbette çok değerli çalışma grupları, çok kıymetli sonuçlar, öneriler elbet çıkarmışlardır, bu öneriler de mutlaka dikkate alınacaktır, ama daha önemlisi o 100’e yakın insanın bu işin bir parçası haline getirilmesiydi, o da sağlanmış oldu.
Bir dipnot ekleyeyim, değerli Erol Erdoğan hocam twitter’da şöyle bir not düşmüş Ziya Selçuk Bakana hitaben.
“Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk'un yaptığı her konuşma kendisinden beklentiyi arttırıyor.
Dönüşüme zemin olması bakımından beklenti çıtasının yükselmesi iyi olmakla birlikte umulan değişim ve dönüşüm yaşanmazsa yeniden kaos ve kırgınlık başlar.
Lütfen dikkat! Kalbimiz yorgun.”
Çok naif, çok nazik bir çağrı yapmış Erol Erdoğan, “Kalbimiz yorgun” sözü de aslında eğitimle ilgili beklentileri anlatıyor.
Ama inanmalıyız, dahası sonuna kadar destek olmalıyız.
İnanırsak da haklı çıkacağız, inanmazsak da.
İnanırsak güç bulacak, başarılı olacaklar Milli Eğitim Bakanlığı’nda Ziya hoca ve arkadaşları.
İnanmazsak güçten kesilecekler, başarısız olacaklar.
Ama olan bizim çocuklarımıza olacak, hepimize olacak.
Yanındayız Ziya Hocam!
Birileri Abbas Güçlü'ye Eğitimin İki Aylık Mesele Olmadığını Artık Hatırlatmalı!
Abbas Güçlü tematik gazeteciliğin iyi bir örneği. Bir alan belirlemiş, o alanda uzmanlaşmış. O alan da “Eğitim”.
Ancak bir alanda uzmanlaşan, odaklanan tüm tematik gazeteciler gibi o da bir hastalığa yakalanmış. “Bu işlerin kamberi benim, ben olmadan bu konular konuşulmaz” hastalığı.
Bulma Konferansı’ndaki katılımcılar arasında yoktu Abbas Güçlü.
Hemen ertesi günü sitesinden şöyle bir yazı konduruverdi.
“Birileri Sayın Selçuk'a Bakan Olduğunu Artık Hatırlatmalı! Milli Eğitim Bakanı Selçuk, eski akademisyen alışkanlığı ile hala eğitimde yapılması gerekenleri hatırlatıyor.”
Yazının alt satırlarında daha ilginç bilinçaltı dışavurumları göze çarpıyor.
Mesela; “Bakan Selçuk, akıl vermeyi çok sever. Bir akademisyenden de zaten daha fazlası beklenmez.”
Bir eğitim yazarının onbinlerce değerli akademisyenin tümüne yönelik yaptığı bu genellemeye bilmem akademisyenler ne derler.
Çok net anlaşılıyor ki Abbas Güçlü beyin Ziya Selçuk ile başı pek hoş değil.
Bu nedenle bir gençlik ve eğitim yazarı olarak Abbas Güçlü’ye birkaç şey söylemek istiyorum.
Sayın Güçlü, eğitim kimsenin tekelinde değil, çok uzun yıllar bu konuya emek vermişsiniz, okumuş-yazmışsınız ama bu sizden başka hiç kimseyi konuşturmama, beğenmeme hakkı tanımaz.
Ayrıca bir eğitim yazarının düşüncesi “Kim yaparsa yapsın, yeter ki eğitim iyi olursa olsun” olmalı. Bu konuda bir kıskançlık, bir ego döner dolaşır hepimizin çocuklarına yansır.
Ziya Selçuk’a bir taş atmışsınız, atabilirsiniz. Ben de atabilirim, beraber de atabiliriz. Yıpratıp, koşarak kaçırtabiliriz de. Sonra ne olacak? Birileri gidip, birileri gelmeye, çocuklarımızın hayatı yapboza dönmeye devam edecek. Sizce bu kime faydalı?
Eğitim gibi uzun vadeli bir yatırım yapıyorsa sayın bakan, konuşacak da, çalışacak da, düşünecek de… Hepsini aynı anda yapacak. Hem konferanslar düzenlenecek, hem acil önlem planları uygulanacak. Yaralı geldiğinde doktor en büyük kanamaları durdurmaya çalışırken küçük kanamaları ihmal mi ediyor? Hayır, hepsi tedavi edilmeli, büyük-küçük tüm kanamalar durmalı. Ziya Selçuk’un bu konferansla neyi amaçladığına dair tahminimi yukarıda yazdım. Yapıcı olalım, suizanla yaklaşıp kötüye yormayalım yapılanları.
Ben sizin gibi usta bir eğitim gazetecisinden şunu beklerdim doğrusu.
“Sayın Bakan bizi davet etmeyi belki unutmuş, belki de başka arkadaşlarımızı bu kez dinlemek istemiş, o yüzden ben de kendi önerilerimi bu yazıda yazıyorum” diyerek bir öneriler listesi yayınlamanızdı.
“Ben gidemedim ama gitseydim söyleyeceklerim bunlardı” derdiniz, hem çağırmayanlar çağırmadığına mahcup olurdu, hem de gitmediğiniz bir çalıştaya bile faydanız dokunurdu.
Kendi alanımızın, uzmanlığımızın kıskancı olmayalım, bırakalım “Ya benimsin ya kara toprağın” düşüncesi arabesk Türk filmlerinde kalsın.