1960’lı yılların başı…
Gaziantepli Ahmet Ziylan 50 metrekarelik ufak bir atölyede iş hayatına başlayar. Çalışkanlığı, azmi ve vizyonuyla kısa sürede başarılı olur. Kabuğuna sığmaz, 70’lerin başında rotayı İstanbul’a çevirir.
1985’de ayakkabı sektörüne girer, Türkiye’nin ilk yerli üretim spor ayakkabısını üretir.
İşler büyümektedir. Yıllar geçer, ayakkabıda hem Türkiye’nin en büyüğü olurlar, hem ihracatla dünyaya ayakkabı satarlar.
Ama hikaye ayakkabı üzerine değil.
Katmer üzerine…
2000 yılında yeni bir şirket kuran grup yeni bir sektöre daha giriş yapar. Dondurulmuş gıda işine…
Çeşit çeşit ürünler yaparlar, dondurulmuş hamurişleri, elma dilim patates, içli köfte ve lahmacun.
Bu arada artık belli bir yaşa gelen Ahmet Ziylan, işin başına oğlunu getirmiştir. Oğlu Mehmet Ziylan patrondurama Ahmet Bey desteğini, bilgisini, deneyimini esirgemez.
Bir gün dondurulmuş katmer üretir bu yeni şirket.
Ahmet Bey alır eline bir paket katmeri. Ambalajındaki ürün fotoğrafının üstünde Antep fıstığı serpiştirilmiş katmer vardır. Ama haliyle içindeki ürün dondurulmuş olduğu için üzerindefıstık yoktur.
Herkes pazara yeni ürünü sunmaya heyecanla gün sayarken Ahmet Bey kaşlarını kaldırır, “Olmaz” der.
Herkes şaşırır, “Nasıl yani?” der gibi bakarlar Ahmet Bey’e.
“Olmaz, çünkü bu fotoğrafta katmere fıstık serpilmiş, ama içindeki katmerin üstünde fıstık yok”.
Derler ki “Ahmet bey, dondurulmuş ürünün üstünde fıstık durmuyor, bıraksak da dökülüyor.”
Ahmet Bey kararlıdır. Müşteri rafta ne gördüyse, eve gidince de onu bulmalıdır. Bunun töleransı, affı, kaçarı yoktur.
Bütün paketler tekrar açılır, tüm üretim planı değişir, ürünlerin dağıtım süreçleri baştan aşağı değişir, ciddi masrafa neden olur bu plansız gelişme.
Küçük bir ambalajla paketlenmiş Antep fıstığı konulur tüm paketlerin içine.
“İşte şimdi oldu” der Ahmet Ziylan.
***
Girişimciliğin kurallarını yazarlar da yazarlar.
Yüzlerce şey sıralanır, bir şey unutulur.
Yüzlerce yıllık usta-çıraklığın ve esnaflığın adeta birer ders gibi okutulduğu bu kadim medeniyet bir ticari kültür inşa etti. Adına AHİLİK dediler.
Dürüst olmadan icat yapabilirsiniz,
Dürüst olmadan ürün haline de getirebilirsiniz.
Hatta satabilirsiniz de, dürüst olmadan.
Ve hatta çokça da satabilirsiniz hileyle, hurdayla.
Ama dürüst olmadan kalıcı olamazsınız.
Günü kurtarırsınız ama bir gün dünde kalmaya mahkum kalırsınız.
Girişimciliğin “kayıp” birinci kuralını, yaptığı işin girişimcilik olduğunu bilmeden yapanlar, Gaziantep’ten, Şanlıurfa’dan, Kayseri’den, Sivas’tan, Erzincan’dan çıkıp gelen, sıfır sermayeyle binlerce insana istihdam sağlayan “eski adamlar” yazmıştır.
Eski adamlar dünyanın en iyi ürünlerini üretmemişlerdir belki, en iyi sanayi tesislerini de kurmamışlardır, inovasyon danışmanları da olmamıştır hiç, KOSGEB danışmanları da. PR ajansları da hiçbir zaman olmamıştır, ekranda, gazetede olayım merakları da.
Ama işin sırrı, başarının ve kalıcılığın esas ve gizli sırrı, eski adamların yazdığı o kayıp kuraldadır marifet:
Derler ki; İşin hilesi DÜRÜSTLÜKTÜR.
Ve küçük hesaplarla dürüst davranmadan daha çok kazananlar, bu en büyük hesabı, dürüst olunca yüzlerce yıllık çınara dönüşebilme,sülalece o işten ekmek yiyebilme hesabını hiçbir zaman anlayamayacaklardır.
Not: Hikayeyi TÜRES üyesi ve Merhaba Pastanelerinin kurucusu Yaşar Sekizkardeş’ten dinledim. Hem kendisine, hem de Ziylan ailesine bu ufuk açan detay teşekkür ederim.