Siyasette gerilim ve çatışma için ne kadar yol varsa, uzlaşma ve sükunet için de bir o kadar vardır.
Mesela...
Önceki gün, CHP’ye BDP ile birleşmeyi öneren Başbakan dün CHP Genel Başkanı’nın Kürt sorunu temalı görüşme talebine önyargılı olmadığını söyleyebiliyor.
‘Önyargılı değilim. Peşin bir kararım da yok. İstifade edebileceğimiz bir paketle geliyorsa o zaman bunu biz de değerlendiririz, istifade ederiz. Beraber yapmamız gereken çalışmalar neyse bu çalışmaları yaparız. Bütün mesele üzümü yemektir, bizim bağcıyla işimiz yok’’
Biraz geriye gidelim; 2009’a kadar.
O günlerde Başbakan’ın muhalefetten istediği Kürt meselesinde çözüm girişimlerinin siyasi malzeme yapılmaması ve atılacak adımların topluma bir dehşet üslubuyla yansıtılmamasıydı. Verdiği örnek de İngiltere’nin İRA ile İrlanda sorununun çözümünde sergilediği mutabakattı.
İngiltere’de Muhafazakar Parti, İşçi Partisi’nin çözüm girişimini sabote etmedi; İşçi Partisi de Muhafazakarların başlattığı süreci devam ettirmekte tereddüt etmedi. Blair, selefi Major’ın daha önce aynı istikamette adım atmış olmasını kompleks yapmadı. Böyle olunca da atılan her adımda “vatan haini” suçlaması yapanlar sadece marjinaller oldu ve bir kıymet ifade etmediler. Zira, toplum sorunun önemini kavradı, siyasal merkez sabote etmediği için de Blair hükümeti anlaşmaların altına imza atarken arkasından hançerleneceği duygusunu yaşamadı.
Elbette Türkiye’nin Kürt sorunu ile Ada’daki İRA konusu aynı değildir. Karşı karşıya bulunduğumuz problem daha derin ve daha kanlıdır. Ancak, sonuçta dünyanın en çetrefilli meselesinin çözümü de sonuçta ustaca bir yönteme bağlıdır. Ebediyen o sorunla yaşanamayacağına göre herkesin kendisini iyi hissedeceği bir ortak buluşma noktası üretebilmek gerekir. Türkiye’ye de yaraşan budur. Yeniden kan, yeniden silah, yeniden gözyaşı yerine...
Kesin olarak bildiğimiz bir şey varsa o da Başbakan Erdoğan’ın adı zaman zaman değişse de Kürt meselesini çözmek istediğidir. Demokratik açılım sürecinin onca sabotaj ve siyasete yaralayıcı saldırıya rağmen hala masada olmasının sebebi de budur.
10 yıla yaklaşan iktidar günleri, Erdoğan’a bu problem çözülmeden Türkiye’nin rahat nefes alamayacağını defalarca göstermiştir. Hem içeride hem de dışarıda...
Samimi adımlar attı ve çoğu sadece bu nedenle haksızlığa da uğradı. Çözüm ihtimali belirdiği zamanlarda bir yanda Kürt şahinlerinin öte yanda Türk şahinlerinin ne kadar provokatif olabileceğini gördü.
Erdoğan siyaseti, yıllardır Kürtler adına yapılan siyaseti ve yürütülen terörün gerçek gündemini ortaya çıkarmıştır. Öte yandan, devlet içinde sorunun devamından iktidar üreten kesimlerden, meşru siyaset alanında dökülen kanın devamını kendine nimet sayan partilere kadar herkesin pozisyonu da artık çok iyi bilinmektedir.
Adını koyalım... Kürt sorununun çözümü için bir paket hazırlayan ve Erdoğan’la görüşmek için randevu talep eden CHP de uzun yıllar çözümü baltalamak için acımasız bir siyaset yürütmüştür. Üstelik, en kritik aşamalarda, siyasal desteğin en gerekli olduğu zamanlarda bile engelleyici tutumunu gündemlik siyaset ve sokak malzemesi yapmaktan geri durmamıştır.
Herşeye rağmen, siyasal çelişkileri iğnelemek akan kanın durdurulması umudundan daha değerli olamaz.
Bugün, CHP’nin de çözüm noktasına gelmesi ve bunun için siyasal işbirliği çağrısı yapması; yani kendisini buna mecbur hissetmesi son derece önemlidir. Yeni bir aşamadır ve bu partiyi çözüm bloğuna dahil etmek için bu girişim mutlaka değerlendirilmelidir. Çünkü, Türkiye’nin Kürt sorunu tecrübesi gösteriyor ki bu ağırlığın kaldırılması için birden fazla elin taşın altına girmesi şarttır.
Özellikle de bir yandan anayasa yazılırken...