Önce “sabırla” okumanızı rica ediyorum:
“Yenik olan, yenene uyma eğilimindedir. İm, kılık, inanç, düşünce yönünden ve daha başka yönlerden gösterir uyma eğilimini.
"Nedeni:
"İnsan her zaman kendisini yenende bir üstünlük bulunduğuna, ona boyun eğmesi gerektiğine inanır. Ya da ona boyun eğmenin, onun doğal yenilgisinden ileri gelmediği ve onda üstün bir yetkinlik bulunduğu yolundaki yanlışlığa kapıldığı için inanır.
"Düşünce ve inancını bu yanlışlığa bağlayınca, artık yenenin tüm yol ve yöntemlerini benimser, ona uymaya çalışır.
"Bu yanlış nedeniyledir ki, yenik olanı daima yenene benzeme çabası içinde görürsün.
"Giyiminde, kuşamında, binitinde, binişinde, silahında; bunları ‘yapış ve kullanış yöntemleri’nde ve bunlara verilen biçimlerde, bunlardan başka konularda, başka durumlarda ‘benzeme’ çabasını bulursun.
"Aynı durumu babalarına benzemeye çalışan çocuklarda da görebilirsin. Düşün, her zaman çocuklar nasıl babalarına benzemeye çabalarlar?
"Nedeni:
"Çünkü çocuklar babalarında eksiksizlik, yetkinlik bulunduğuna inanırlar.
"Dünyanın çeşitli ülkelerini incele istersen. Bak da, çeşitli ülkelerin halkları üzerinde ‘koruyucuların’ egemen ordusunun askerlerinin ‘kılık ve görüşleri’ nasıl egemendir, gör.
"Genellikle, çoğunlukla böyledir bu.
"Egemenlerin halk üzerinde bu denli etkili olmalarının nedeni, yenenlerin onlar oluşudur.
"Komşu olan iki toplumdan, biri öbürüne oranla, yenebilme yönünden daha güçlü durumdaysa, o zaman bile yeterli güçte olmayanlarda, o ‘benzeme’ ve ‘uyma’ çabasının büyük ölçüde var olduğu görülür. Bu çağda Golvalılara komşu olan Endülüs (İspanya) halkında görüldüğü gibi. Çünkü, Endülüs’tekileri öbürlerine benzemeye çalışıyor bulursun.
"Giyim kuşamlarında; duvarlara, yapılara, evlere çizip işledikleri biçimlere, resimlere, heykellere varana dek, her konuda benzemeye çalışıyorlar.
“O denli ‘benzeme çabası’ ki, bilinçli bir gözle bakıp değerlendiren kimse, bunların birer ''istila'' belirtisi olduğunu düşünür. Hüküm Allah’ındır..."
İbn Haldun, ünlü “Mukaddime”sinde böyle diyor.
Neredeyse her yazısında, “doğunun altrüist ahlakı”na perestij eden “batıcı yazar” da, Türkiye’nin Avrupa’ya benzeme, Avrupa Uluslar Topluluğu içinde yer alma tutkusunu işbu “yenilmişlik psikolojisi”yle açıklıyor, Türk toplumunda son yüzyılda görülen bu duygunun salt psikolojik bir “halet”ten kaynaklanmadığını/kaynaklanmayacağını söylüyordu.
Haklıdır...
Batıcı yazar mı?
Kim olacak? Elbette Attila İlhan.
Söyler söylemez de, zalim bir kuşku gelip oturuyor insanın içine:
Yoksa biz o savaşlardan galip çıkmadık mı?
“Milli mücadele”yi kazanmadık mı?
“Düvel-i muazzama”yı dize getirmedik mi?
Kazandığımızı sandığımız savaşlar, aslında "batılı beyaz adam"ın bir hediyesi; rahmetli Mahir Kaynak’ın da belirttiği gibi, "Zafer bahşedip karşılığında ruhumuzu alan" egemenlerin bir lütfu muydu?
“Lozan süreci”başta olmak üzere, NATO ve Avrupa Birliği maceramızı, batı tarafından yeniden “düşmanlaştırılışımızı”, batıdan tart ediliyoruz diye endişeye kapılan “endişeli liberallerimizi”, FETÖ gerçekliğini, Erdoğan’a “eskiye dön” çağrısı yapan gevşek AK Partilileri bir de bu gözle teşrih masasına yatıralım derim.
Bakalım karşımıza ne çıkacak!