İlkbahar desem değil, yaz hiç değil... Çocuklarda bir dağınıklık, bir sermişlik var ki sormayın gitsin. Ben önce sadece bizimkilerin öyle olduğunu zannediyordum. Sonra Kerem’in arkadaşlarının anneleri ile konuşurken söz dönüp dolaşıp “Bu aralar aklı beş karış havada. Ödevlerini pek kontrol edememiştim son dönemlerde. Bizimki de nasıl olsa bakmıyorum diye, çoğunu yapmamış!” diyen de var, kardeşiyle pek güzel geçinen çocuğunun son günlerde pek değiştiğini söyleyen de. Yani bu aralar hepsi aynı havada... Ama o hava bana pek yaramadı açıkçası. İki gün önce Kerem’in kitapları arasında Türkçe ve Hayat Bilgisi defterlerini buldum. Okulda olması gereken defterler evde. Sakinleşmek için içimden on kere, ona kadar saymam gerekti. Yine de sonuç tam istediğim gibi olmadı. Neyse ki Kerem’in eve gelmesine çok vardı. Kendimi işe verdim... Oğlum okuldan gelince masasının üstündeki defterleri gördü ve ilk tepkisi “Anneee, defterlerimi bulmuşsun. Teşekkür ederim!” oldu. Bir de üstüne sarılmasın mı! Ama ben yumuşamadım. Aramızdaki diyalog şöyle gelişti:
- Defterlerinin okulda olması gerekmiyor muydu?
- Evet, gerekiyordu!
- Peki neden evdeler?
- Unutmuşum.
- Ne zamandan beri?
- Hatırlamıyorum ama bir hafta olabilir.
- Peki sen derslerde ne yaptın?
- Öğretmenim defterimi getirmemi istedi. Ben de defterim yokken yaptıklarımızı kağıda yazdım. Sana dün göstermiştim.
- Ben onları başka bir şey zannettim!
- ...
- Eksiğin var mı? Kontrol etmen için bir arkadaşının defterini getirebilirsin eve.
- Hayır, eksiğim yok.
- Sen yine de arkadaşının defterini getir.
- Bana güvenmiyor musun?
- Güveniyorum da sen yine de getir. Sen bir öğrencisin, sorumlulukların var. Bir daha defter unutmak yok!
Ertesi gün getirdi defterleri Kerem. Hakikaten eksik yoktu. Sanki defterini unutan o değil, “Bak sana söylemiştim!” diyor, özrü kabahatinden büyük! Bunları akşam eşime anlatırken “Ben anneme ‘Bana güvenmiyor musun, dediğimde herhalde 16 yaşındaydım” dedim. O da gülümseyerek “Ben 40 yaşındayım. Hala öyle bir şey diyemedim!” dedi.