Özellikle kademeler arasındaki merkezi geçiş sınav sistemleri konusunda sık yaşanan değişimler ve yaşanan gelgitler, eğitim sistemindeki olumlu değişiklikleri gölgelememeli.
Son yıllarda eğitim sisteminin toplumsal talepler etrafında şekillenmesi konusunda oldukça önemli ve doğru adımlar atıldı. Bu çerçevede, 4+4+4 ile birlikte seçmeli din eğitimi ve Türkçe dışındaki dil derslerinin (Kürtçe, Lazca vb.) getirilmesi önemli adımlar. Türkçe dışındaki dillerde özel okulların önünün açılması ve öğretmenlerin başörtülü çalışmalarına izin verilmesi de öyle.
Son olarak, okullarda kız öğrencilerin başörtüsü giymelerini kısıtlayan yönetmelik bu hafta Bakanlar Kurulu tarafından değiştirildi. Bu değişiklik sayesinde, isteyen kız öğrenciler başörtüsünü artık serbestçe takabilecekler. Bu gecikmiş karar sayesinde öğrencilerin öğrenme özgürlüğü önündeki bir engel daha kaldırılmış oldu.
Eğitim alanında atılan bu demokratikleşme adımları, yapılması gerekenler hakkında da ümitleri artırıyor. YÖK’ün kaldırılması veya reform edilmesi konusunda da büyük bir beklenti söz konusu.
YÖK’ü eleştirenler ve hatta karşı çıkanlar dahi, YÖK’ün kimi paradigmalarının dışına çıkamadılar. Bugüne kadar hazırlanan Anayasa ve yükseköğretim yasa taslaklarında bunun çok sayıda örneği var. Söz gelimi, son olarak TBMM’de temsil edilen dört partinin temsilcileri tarafından oluşturulan Anayasa Uzlaşma Komisyonu tarafından hazırlanan Anayasa taslağına bakalım. Taslağın 2013 yılında üzerinde uzlaşılan yükseköğretime ilişkin maddeleri, öyle ayrıntılı bir şekilde yazılmıştır ki, en azından şeklen “YÖK paradigması”nı sürdürmektedir.
Bir başka ifadeyle, taslakta öngörülen Yükseköğretim Düzenleme Kurulu’na (YDK) ilişkin madde, tıpkı mevcut Anayasadaki YÖK’e ilişkin madde gibi oldukça ayrıntılı bir şekilde yazılmıştır ve YDK’ya geniş yetkiler vermiştir.
(Bu arada, hiçbir gelişmiş ülkenin anayasasında yükseköğretime ilişkin bu tür ayrıntılı maddeler olmadığını belirtmeden geçemeyeceğim.)
YDK’nın öngörülen üye yapısı ise YÖK’ün mevcut üye yapısından farklılık arz etmektedir. Mevcut YÖK’ün 21 üyesinin üçte biri Bakanlar Kurulu, diğer üçte biri ise Üniversitelerarası Kurul tarafından belirlenmekte ve Cumhurbaşkanı tarafından atanmaktadır. Geriye kalan üçte biri ise Cumhurbaşkanı tarafından doğrudan atanmaktadır. Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun taslak maddesine göre, 15 üyeli YDK’nın dokuz üyesi, öğretim elemanları tarafından profesör unvanlı kişiler arasından seçilir; altı üyesi ise TBMM tarafından seçilir.
YDK için Meclis tarafından üye seçilmesi önerisi, demokratikleşme yolunda yani doğru istikamette bir değişiklik. Ancak, YÖK’ün yerine düşünülen YDK’nın üyelerinin çoğunluğunun profesörlerden ve seçimle oluşması, çok ciddi sakıncaları taşımaktadır.
Bugünlerde HSYK seçimleri dolayısıyla iyice anlaşıldığı üzere, yargı içindeki örgütlenmeler seçimleri kolaylıkla manipüle etme gücüne sahiptirler. Daha kötüsü, manipülasyona açık bir kurul, halka hesap verebilecek şekilde tasarlanmamıştır ve dolayısıyla anti-demokratik bir özerkliğe sahiptir.
Yükseköğretim üst yönetimi için öngörülen kurul üyelerinin çoğunluğunun profesörlerden oluşması da, HSYK’da yaşanan türden bir manipülasyona açıktır.
Hiçbir örgütlü manipülasyon olmazsa bile, yükseköğretimin üyelerinin çoğunluğu profesörlerden oluşan bir kurul yoluyla yönetilmesi, zaten bugüne kadarki YÖK yapısının ta kendisidir.
YÖK’e ilişkin gerçekçi bir alternatif, üniversitelerin gerçek sahipleri olan vatandaşların üniversite yönetiminde dolaylı olarak daha çok yer almalarını sağlamaktır. Bundan dolayı, YÖK benzeri yönetim kurullarında profesörlerin sayısal üstünlüğünü Anayasa ile garanti altına almak yerine, bu tür kurullarda profesör olsun olmasın bütün vatandaşların temsiline yer verilmelidir.
Özetle, yükseköğretimde gerçek bir reform ve demokratikleşmenin ibresi, ülke çapındaki yükseköğretim yönetim kurulu ve üniversite bazındaki mütevelli heyeti üyelerinin doğrudan halk veya halkın seçtikleri Cumhurbaşkanı ile Meclis tarafından belirlenmesi istikametindedir.