Üniversitelerin çok farklı sorunları var mutlaka ama bazı sorun veya sorun gibi duran faktörler üniversitelerde işleyişi ve kampüs içinde bilimsel gelişmelerin olmasını engelliyor desek yanlış olmaz. Üniversitelerdeki eğitimden ziyade bu sefer tepeden yani yönetimden başlayalım.
Mevcut YÖK yasası rektörlerin kişilik ve niteliklerini üniversitelerin kaderini belirlemede temel unsur olarak sunuyor dersek yanlış olmaz. Maalesef bu durum üniversite hocalarının bazı çevrelerin adamı olmaya iten bir sebep olarak karşımıza çıkarıyor. Bilindiği gibi üniversitelerde rektörlerin bazı yetki ve uygulamaları 12 Eylül 1980 askeri darbesinin bir armağanı. Askeri darbe ülkenin güç odaklarını kendine bağlarken üniversite içindeki bölümleri de bu darbenin etkisi ile rektöre bağlamanın adımları atıldı diyebiliriz. Askeri darbenin etkileri ülkemizden silinirken bu darbenin etkisinin halen bilim yuvalarında kalıyor olması da farklı bir durum.
1933-1946 yılları arasında rektörleri bakan atarken, 1946-1981 yılları arasında üniversiteler rektörlerini kendileri seçiyordu. 1981’den itibaren ise artık seçim, eleme ve kararname silsilesi ile rektör atamaları gerçekleştiriliyor.
Şu an ki sistemin üniversite rektörlerine sağladığı imkânlara bir bakalım isterseniz;
Rektör olan bir profesörün emekliliği, kıdemi en yüksek olan bir profesör ile arasında maaş farkı olarak yaklaşık iki bin TL oynuyor. Yani bilimsel yayın veya proje geliştirmektense bir defa rektör olmak yeterli. Üniversitelerin döner sermayesinde tutun da teknoparklar, şirketler, vakıflar, hastaneler, kantin veya otopark gibi vb. Oluşumlardan rektörler pay alabilmektedir ve bundan dolayı maaşlarının medyaya yansıdığı gibi olduğunu söylemek çok zor. Tabi her rektör bu kuruluşların gelirlerinden almak zorunda da değil. Ama almaması için de bir sebep de yok. Ne kadar doğrudur bilinmez ama Büyükşehir’lerde yer alan üniversite rektörlerinin aylık ge
lirlerinin ek gelirlerle 50 bin TL’yi geçtiği birçok akademisyenin dilinde. Tabi her ne kadar rektörlerin aldığı maaşlara üniversite yönetim kurulları karar verse de aslında rektörlerin alacağı maaşları kendilerinin belirlediğini söylemek yanlış olmaz. Her rektörün astronomik rakamlara varacak şekilde gelir elde ettiğini söylemek ne kadar zor ise de Danıştay’ın bu konuda bir incelemesinin olup olmadığını da bilmiyoruz. Rektörlerin YÖK’ün onayı olmadan her hangi bir soruşturmaya tabi olmaması zırhını ise bir kenara koyalım.
Peki, bu durumun üniversitelere etkisi nedir?
Yıllarını bilimsel anlamda birçok çalışmalara vermiş kıdemli bir profesör ile rektör olan bir profesör arasında astronomik kazanç seviyelerinin olması o üniversitede bilimi ne kadar etkiler? Tabi ki üniversitede her alanda yönetimden sorumlu olan ve bunun zahmetini çeken rektörlük makamının üniversitede en çok maaşı alan kişi olması yadırganmamalı. Yalnız rektörlerin üniversitelerin her türlü ticari faaliyetlerinden kazanç elde edebilmesi sonraki seçimleri tekrar kazanma adına üniversite bünyesinde olumsuz diyebileceğimiz işlere ve yapılanmalara davetiye çıkarmaktadır.
Yazımızın sonunda şunu da belirtmek istiyorum ki amacımız üniversite rektörlerini zan altında bırakmaktan ziyade bir askeri darbenin sonucu oluşan sistem yanlışlığının üniversitelere ve akademisyenlere verdiği zarara dikkat çekmektir. Özellikle tıp ve sosyal bilimlerde bilimsel indeks sayısında artışın birçok alana da yansıması adına sorunlara değinmeye devam edeceğiz.