İstanbul Sözleşmesi gündemden düşmüş değil. Başkan Erdoğan’ın son noktayı koyacağı güne kadar da sözleşme üzerinde lehte ve aleyhte değerlendirmeler devam edeceğe benziyor.
Daha önce yazdığım gibi, sözleşmeyle ilgili 6284 sayılı kanunu birbirinden ayrı mütalaa etmek gerekir.
Amaç kadına yönelik şiddet ile mücadele etmektir ve buna hiç kimse itiraz etmez edemez. Bazı kalemlerin İslamcıları kadına şiddeti onayladıkları doğrultusundaki ithamları kabul edilebilir değildir.
İtiraz sözleşmenin amacına değil dilinedir, kültürümüzle uyuşmayan tanımlamalarınadır.
Sözleşmede geçen toplumsal cinsiyet, cinsel eğilim gibi sorunlu ifadeler 6284 sayılı kanunda yoktur. Aynı şekilde toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimi tavsiyesi kanunda kadın erkek eşitliği eğitimi şeklinde yer almıştır.
Dolayısıyla kanun koyucular toplumun değerlerini göz önünde bulundurmuşlar hassas davranmışlar ve sözleşmedeki sorunlu tanımlara yer vermemişlerdir.
Sözleşmeyi imzalayan bakan arkadaşlarımız da savunan kardeşlerimizin de hiç bir zaman toplumumuzun kabul etmeyeceği sapkınlıkları savunmamışlardır, savunmazlar. Hatta sözleşmeyi savunan kardeşlerimizin ‘biz yazsaydık bu sorunlu ifadeleri kullanmazdık.’ mealinde açıklamaları da vardır.
Sözleşmeyi savunan kardeşlerimizin argümanları kadına şiddete karşı kullanılan argümanlardır ve genellikle 6284 sayılı kanunun içeriğini savunmaya yöneliktir.
Daha önce de yazdım yasa yerli ve millidir. Gerek uygulamasından kaynaklanan gerekse uygulanmamasından gerekse kimi eksikliklerden kaynaklanan mağduriyetler vardır. Bu da yasanın tekrar gözden geçirilerek tadili ile mümkündür.
Şunu tekrar ifade etmeliyim ki sözleşmede sorunlu ifadeler vardır ve bundan savunan kardeşlerimizin de rahatsız olduğunu düşünüyorum.
Bence orta yol şudur. Kadına karşı şiddet veya ev içi şiddete karşı müeyyide uygulayan hem TCK’daki maddeler hem de 6284 sayılı kanun yürürlükte olduğu için sorunlu sözleşmeden çekilmenin şiddetle mücadelede bir boşluk doğurmayacağını düşünüyorum.
İstanbul Sözleşmesi yerine de mutabakatla yeni bir metin hazırlanır, ilgili kanundaki aksaklıkları giderecek teklifler hazırlanarak kamuoyuna takdim edilir ve bu tartışma en azından muhafazakâr camia içinde sonlandırılır.
Aksi takdirde fatura Başkan Erdoğan’a çıkartılarak şu anda olduğu gibi başkanlık seçimlerinde de aleyhine bir propaganda aracına dönüşecektir ki bunu hiçbirimiz istemeyiz.
Sözleşmeden çekilmek muhafazakâr camiayı memnun edecek; Başkan Erdoğan aleyhindeki propagandayı bitirecektir ve bu siyaseten küçümsenmeyecek bir kazanım olacaktır.
Çekilmemek ise, ‘Onlar çıkacaktı ama biz engelledik’ söylemiyle Erdoğan muhaliflerini güçlendirecektir!
Evvelki gün, İstanbul sözleşmesine hep erkeklerin itiraz ettiği şeklindeki iddiayı yalanlayan yeni bir araştırma raporu açıklandı. Raporu açıklayan bir erkek değil Av. Figen Şaştım hanımdı.
Ankara’da ‘İstanbul Sözleşmesi Çalışma Platformu’ adı altında, hukuk, psikoloji, sosyoloji ve ilahiyat alanındaki uzmanlardan müteşekkil bir grubun raporunu açıkladı. İstanbul Sözleşmesini disiplinler arası bir bakış açısıyla incelemek üzere alandaki akademisyen ve uygulayıcılarla çok sayıda toplantı gerçekleştirmişler ve bir rapor hazırlamışlar. 32 sayfalık raporun son kısmını olduğu gibi iktibas ederek dikkatlerinize sunuyorum:
“Netice ve teklifler
Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesinin incelenmesi sonucunda aşağıdaki mülahazalara ulaşılmıştır:
1. Sözleşmede “Kadınlar ve erkekler için toplum tarafından uygun görülen ve sosyal olarak inşa edilen roller, davranışlar, eylemler ve nitelikler” (Md. 3/c) olarak tanımlanan ve dayatılan toplumsal cinsiyet olgusuyla biyolojik cinsiyet dışında yeni bir cinsiyet inşasına, süreç içinde cinsiyetsizleştirmeye doğru bir dönüşümün zihnî kabulüne zemin hazırlanması söz konusudur. Öte yandan sözleşme, toplumsal kabullerin tamamını toptancı bir yaklaşımla menfi olarak değerlendirmekte, örf/adeti toptan reddetmekte, toplumun ortak değerlerine karşı bir nefret söylemi içermektedir.
2. Sözleşmede (Md. 4/c) düzenlenen cinsel yönelim kavramı hukuki bir statü olarak kabul edilemez. Bu şekilde cinsel yönelimin tanınması LBGTIQ (gay, lezbiyen, transseksüel, biseksüel, pedofili, zoofili vb.) her türlü sapkınlığın meşrulaştırılması anlamına gelmektedir. Böylece toplumsal cinsiyete duyarlı politikalar geliştirilmesi talebiyle cinsel yönelimlerin benimsenmesi siyasi iradeye ve topluma dayatılmaktadır.
3. Kadın ve erkekler için milli manevi değerlere dayalı rollerin toptancı bir şekilde ön yargılı olarak reddedilmesi; ilgili örf, adet ve gelenekleri ortadan kaldırmanın hedeflenmesi ülkemizin sosyolojik dinamiklerini ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. Bu durum müşterek örfe değer atfeden İslami ve kültürel bakış açısına da aykırıdır.
4. Bireyin şiddet uygulamasının temelinde onlarca etken söz konusu iken şiddetin kadına sadece cinsiyeti sebebiyle uygulandığı iddiasına dayalı bir yaklaşım, söz konusu sözleşmenin fikrî altyapısının indirgemeci ve manipülatif olduğunu ortaya koymaktadır.
5. Ülkemizde meydana gelen aile içi şiddetin sebepleri, görülme sıklığı, hangi bölgelerde ne oranda görüldüğüne ilişkin bilimsel incelemeler yapılması, sosyolojik ve psikolojik verilerin toplanması önem arz etmektedir. Bu veriler ışığında gerekli hukuki ve sosyal düzenlemeler yapılmalı, tedbir ve önlemler ivedilikle alınmalıdır.
6. Manevi referanslarımızdan hareketle insan hakları, kadının değeri, ailenin önemi, aile bireylerinin hakları ve sorumluluklarına ilişkin eğitimler yazılı ve görsel medya desteği de alınarak toplumun her kesimine ulaştırılmalıdır.
7. Ailevi problemler yaşayan çiftlere henüz boşanma aşamasına gelmeden uzman desteği de dâhil olmak üzere her türlü destek sağlanarak aile yapısındaki çözülmenin önüne geçecek
adımlar atılmalıdır. Hukuk sistemimizde aile arabuluculuğu bir alternatif çözüm yöntemi olarak benimsenmelidir. Boşanma durumunda ise aile bireylerine psikolojik ve sosyal gerekli destek verilmelidir.
8. Bu kapsamda Sözleşmenin uygulanmasını düzenleyen alt metin olarak, 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun, 20 Mart 2012 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Ancak mezkur Kanun Ailenin Korunmasına dair tek maddelik dahi bir düzenlemeyi içermediği gibi, Kadına Yönelik şiddetin önlenmesinde de etkili bir hukuki düzenleme olamamıştır.
9. Netice olarak yukarıda yer verilen değerlendirmeler çerçevesinde aile ve toplum yapımızla doku uyuşmazlığı olan bu sözleşmenin bir an önce feshedilmesi, dinî ve kültürel değerlerimizle uyumlu, kamu vicdanını mutmain kılacak yeni bir düzenleme yapılması uygun olacaktır.
"İstanbul Sözleşmesi Çalışma Platformu"
Bu değerlendirmeler göz ardı edilmemeli, dikkate alınmalıdır!