Ben onlara "Unvanlarını tenekeden yafta gibi boyunlarında tıngırdatan bir kısım hocalar" diyorum. Ama onlardan bazıları, kendilerini haşa muzır "sperm fırlaması" diye nitelendiriyor. İlginç tipler. Hepsinin ortak özelliği, beyin gribi sonrası nekahet dönemini yaşıyorlarmış gibi genizden konuşmaları. Aynı dış yönlendirmenin tornasından çıkmışlar âdeta.
Bütün zor zamanlarımızda, bir anda bir yerlerden zevk sonucu fırlıyorlar orta yere.
Bilenler bilir, Arapçada "fırlama" fiiline "feseka" denir. Mesela zeytin ve hurmanın etli ve lezzetli olan dışının ortasında gizlenmiş kütük gibi sert çekirdeklerinin dışarıdan iki parmağın sıkıştırıcı yönlendirmesiyle içinde bulundukları pusudan kurtulup fırlamasına "fısk" adı verilir. Bu yüzden fırlama fasıktır. Ya da fasık fırlamadır, yerine göre. Mübarek Anadolu argosu hikmet fışkırıyor.
Fasık, Anadolu irfanının betimlemesiyle fırlama, ortalığa fırlamadan önce kendisini saklayacak dolgun, karizmatik, saygınlık ve hatta hayranlık uyandıran bir örtüye bürünür nitekim. Dışarıdan bir veya iki parmağın yönlendirmesiyle İmam-Hatip, İlahiyat, el-Ezher mezunu olmak, bir tür dokunulmazlık anlamına gelen "profesör" unvanını almak gibi. Bu evrede tamamen ve kusursuz müminlerdir. İlmi tecessüs, zihin eforu, araştırma merakı, akıl sancısı ile beyinleri zonkluyormuş rollerinde piyasa yaparlar. Kel değilseler eğer, saçları mutlaka dağınıktır. Kim bilir ne felsefi sancılar çekmiş mübarekler, dedirtiyorlar insana. Saf, masum Anadolu'nun güvenini kazanıp cukkalarını da doldurunca, vakt-i fesakat, yani fırlamalık zamanı gelmiş demektir.
Birinci dünya savaşı günleri. İstanbul, emperyalistlerin işgali altında. Müstevliler ayaklarını boğazımıza koymuş, nefes almakta zorlanıyoruz. Müslümanlar, bu yıkımlardan kurtulmanın çarelerini aramakla meşgul iken, dışarıdan yönlendirmelerle o zamanın "bir kısım fırlama (fasık) hocalar"ı, münevverleri Hz. Peygamberin evliliklerini, teaddüd-ı zevcat meselesini, kölelik ve cariyelik gibi konuları dillerine dolamışlar. Tabi, bazı safdil Müslümanlar da gerçek bir ilmi merak saikiyle bu konuların gündeme getirildiğini düşünerek harıl harıl reddiyeler yazmaya koyuluyorlar. Fırlamaların bu saldırılarının amacının, üst yapısı, maddi varlığı yerle bir edilen Müslümanların alt yapısını, yani inanç esaslarını tarumar etmek, böylece askeri yenilgiyi kalıcı bir ruhsal hezimete dönüştürmek olduğunu anlamıyorlar.
İsrail'in Gazze'ye karşı korkunç bir saldırı başlattığı, bölgenin yerle bir edildiği, binlerce çocuk ve kadının hunharca şehit edildiği ve elbette bütün Müslümanların ve dünyanın özgür ruhlu insanlarının dilhun olduğu bugünlerde de malum "fırlama" taifesi tarihsel misyonunu yerine getirmekte gecikmedi.
Bunlardan birileri, birden büyük bir zevk sonucu fırlamış gibi, Gazzelilerin özgürlükleri uğruna şehadete koştukları, Allah katındaki nimetlere kavuşmanın umuduyla hem kendilerinin, hem bütün Müslümanların şerefini, haysiyetini ayağa kaldırdıkları bu muhteşem zamanda, ortaya çıkıp "Dinin ahiret ile ilgili ikna edici bir şey söylemediğini, kendilerinin mutmain olmadıklarını" söyleyiverdiler. Kısaca boşuna ölmeyin, ahiret diye bir şey yok demek istediler.
Bakın, Kur'an bu fırlamaları nasıl ifşa ediyor: "Gün başlarken müminlere indirilmiş olana iman edip günün sonunda inkâr edin. Belki onlar da dinlerinden dönerler." (Al-i İmran, 72) (Bu arada dış yönlendirmeye dikkat)...
Siz, günün başını İmam-Hatip, ilahiyat ve profesörlük dönemi; günün sonunu da, birilerinin yönlendirmesiyle inanç esaslarımıza saldırmak üzere fırlama dönemi şeklinde anlayın.