BUGÜNLERDE Türkiye’de iyimser olmak zor, ama gelin biz inadına iyimser olabileceğimiz noktaları öne çıkaralım.
Çukur ve barikatlarla uğraşmaya devam ediyor ve sürekli şehit haberleriyle sarsılıyoruz, ama bu işin altından nasıl kalkacağımızı kendine dert edinen ve yol gösterenlerin varlığı ile de teselli buluyoruz. Mesela TBMM Başkanlarından Cemil Çiçek şu uyarıyı Başbakan Davutoğlu ile konuşurken dile getirdiğini ifade ediyor: “Ne PKK, ne Öcalan, ne de diğer unsurlar ayrı bir devlet hedefinden vazgeçmiş değildir.” Ama asıl vurgusu şu Cemil Bey’in: “Örgüt, ayrı devlet hedefine giderken aynı zamanda ayrı-millet politikasını da sürdürmektedir. Kürtlerin büyük çoğunluğu PKK’nın yanında değildir ve bunu en iyi PKK bilmektedir. Bu nedenle örgüt, büyük başarılar, mağduriyetler, dramlar ve efsaneler üreterek ayrı bir Kürt milleti inşa etmeye çalışmaktadır.” Çok iyi niyetle başlatılan ve bir süre iyi giden çözüm sürecinin, son demlerinde görmezden gelinen hoyratlıkların da etkisiyle, örgüte, devletleşme ve milletleşme adına büyük avantajlar sağladığına dikkat çekiyor Cemil Çiçek.
Bu sütunlarda ‘birlikte yaşama iradesi’ üzerinde epey söz ettik ve bu iradenin kaybına yol açabilecek noktalara vurgu yaptık (Birlikte Yaşamak, 2 Ağustos 2015; ‘Nasıl kıydı sana o kanlı zalim’, 20 Aralık 2015). Şimdi Kürt toplumunun bu tehlikeye daha çok eğilmesi gerekiyor. İstanbul’da, İzmir’de ve diğer yerlerde yaşayan Kürtlerin bu anlamda niçin sesi çıkmaz, anlamak mümkün değil. Bunca dernek, federasyon ve konfederasyonları var, ama olan bitene aldırmaz görünüyorlar... Milyarder Kürt işadamlarından da çıt çıkmıyor. İşadamlarının bulunduğu derneklerde bu arkadaşlara kimse bir şey demiyor mu acaba? Kürt sivil toplumu ses vermeli...
Sorunun sadece güvenlik tedbirleriyle çözülemeyeceğini söyleyenler gittikçe daha çok ilgi odağı olmaya başladılar. Bunlardan biri Tarım Bakanı Faruk Çelik. Bir takım fonlarda biriken paraların Sur, Silvan ve Cizre gibi sıkıntıların had safhaya çıktığı yerlerdeki mağdur vatandaşlara dağıtılmasıyla ilgili bir plan üzerinde çalışmak gerektiğini ifade ediyordu bir sohbetimizde. İşaret ettiği husus sadece para dağıtmaktan ibaret değil. Bölge milletvekili olarak sorunun sadece güvenlik boyutuyla değil diğer boyutlarıyla da ciddi olarak ilgilenmek gerektiğinin farkında. TEPAV’dan Nihat Ali Özcan da çukur ve barikat harekâtından önce oralardaki vatandaşları gözeten sosyal anlamda bir ön tedbir alınmalıydı demişti bana bir sohbetimizde. Bunları uzatmak mümkün.Cumhurbaşkanımız ve Başbakanımızın kamu güvenliği sağlandıktan sonra o bölgelerin bütünüyle yeniden imar edileceğini belirttiklerini de yazmamız gerekiyor. İyi yönetişime ve koordine çalışmaya tam da böyle kritik anlarda ihtiyaç var.
Vahap Coşkun’un, “Çözüm bulmak devletin görevi” başlıklı yazısı bugüne kadar yapılan yanlışlara çekiyor dikkati ve bundan sonrası için samimi bir yol haritası öneriyor. Bakın, şu satırlar ne kadar yerinde: “Müzakere masası her çöktüğünde film tekrar başa alınır. Silahların konuşmaya başlamasıyla demokratik çözümden bahsetmek zorlaşır. Siyasetin yol açıcılığına dikkat çekenlere kötü gözle bakılır, cebri metotları savunanların yıldızı parlar. Makul sesler kısılır, her taraftan ‘sonuna kadar gidelim’ diyenler prim yapar.” Şu sıralar böyle bir hava olmaması için dua edelim. PKK vahşeti Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan’ı “terör örgütü ve uzantıları muhatabımız olamaz” demek zorunda bıraksa da her ihtilafın bir masada bitirilebildiğini unutmamalıyız.
Akademisyenlerin bildirileri etrafındaki tartışmalar Türkiye’nin iki yüz yıla yaklaşan aydın sorununu bir kere daha gündeme taşıdı. Boğaziçi Üniversitesi Kampüsü içerisindeki Nafi Baba Tekkesi, Kalkınma Bakanlığı’nın da desteği ile elden geçiriliyor ve Bizans Araştırmaları Merkezi’ne tahsis ediliyor. Bu tasarruf üniversite ve aydın duyarsızlığının bir eseri değil midir? Fetih ruhunu incitmek diye buna dense yeridir. Derin Tarih Dergisi’nin ocak sayısı bu konuyu ele alan detaylı bir dosya sunuyor ve yanlıştan dönün çağrısı yapıyor. İyi ki böyle hassas konuları ele alanlar var. İşte size bir iyimserlik noktası daha... Boğaziçi Üniversitesi’nin de bu işi yeniden değerlendireceğini umuyorum.
Büyük devletlerin büyük sorunları olur elbette. Onları hallettikçe daha da büyür büyük devletler...