Ben çok uzun süredir bu kadar hızlı, bu kadar izlenesi, bu kadar keyif veren bir futbol görmedim Süper Lig’de. Sezon başından beri Süper Lig takımlarını yerden yere vuruyoruz. Futbolu bilmediklerini, hele de yabancıların sahaya yüreklerini koymadıklarını söylüyoruz. Dün geceki maçta gerek Fenerbahçe, gerekse Beşiktaş böyle düşünen herkesi tekzib etti. Her şeyden önce, 70 dakika düşmeyen kondisyona sahip iki takım da.
Beşiktaş, büyük takımların deplasmanda da kendi evlerinde olduğu gibi galibiyetini düşünerek oynamaları gerektiğini gösterdi. Deplasmanda sürekli savunma yapmak “Korkunun ecele faydası yok” lafını doğrulayan bir düşünce biçimi. Yani maçı kaybediyorsun.
Dün gece iki takım da eski Roma gladyatörleri gibi savaştı; her şeylerini ortaya koydular. Bunun sonucu olarakta kırmızı kartlar, sarı kartlar havada uçuştu. Cüneyt Çakır çok formdaydı; gerek çıkardığı kartlarda gerek iptal ettiği gollerde en küçük bir hatası yoktu.
Bu arada Tolga’yı da alkışlamak gerek. Mükemmel bir maç oynadı, defalarca takımını ipten aldı ve Fatih Terim’e “Milli Takım’ın gerçek kalecisi benim” dedi.
Beşiktaş’ın en çok aksayan yanı savunması. Bilic, Siyah-Beyazlılar’dan bir takım yaratamamış ama Beşiktaş bireysel oyuncuların yetenekleriyle her maçı son dakikaya kadar kovalar. Dün gece Beşiktaş adına Almeida bireysel çabasıyla iki gol buldu.
Beşiktaş’ın savunması aksıyor dedik. Fenerbahçe’nin attığı üçüncü golde Kuyt’a o kafayı ancak acemi ya da yorgun savunma oyuncuları vurdurur. Kartal daha maçın bitimine 10 dakika varken kazandığı varsayımıyla oyunu rölantiye almaya çalıştı ve yorulduğu için de oyundan düşmeye başladı.
Bilic’in maçı bizim gibi seyretmeyip zamanında hem orta sahaya hem de savunmaya takviye yapması gerekirdi. Ersun Yanal beraberlikten sonra maçı güvenceye almak için, Selçuk’u yorulan Alper’in yerine soktu. Teknik direktörün görevi bu zaten. Maçı çok dikkatli izleyip zamanında müdahale etmek.
Özetle Fenerbahçe de Beşiktaş da futbolseverleri oynadıkları oyun ve attıkları gollerle yılın derbisinde doyurdular.