Geçen hafta Qatar’ın başkenti Doha’da bir anlaşma imzalandı, Tâlibân ile B. Amerika arasında..
Talibân kimdir?
Sovyet Rusya Komünist İmparatorluğu’nun 27 Nisan 1978 günü Afganistan’ı, yerli komünistlerin de işbirliğiyle çok kanlı bir şekilde işgal etmesinden sonra, dünyanın en fakir ülkelerinden Afganistan’da, direniş için meydana çıkan, herbirisinin de isminde mutlaka İslâm kelimesi bulunan 10’larca cihad teşkilatlarının, 13-14 sene süren çetin bir savaştan sonra, Sovyet Rusya’nın askerlerini o müslüman coğrafyasından geri çekmek zorunda kalmasını takiben.. Hepsi de İslâmî bir şuur ve hedefle şanlı bir direniş sergiledikleri halde; gelinen o yeni merhalede hepsi liderlik konusunda, kendilerinden başkasını lâyık görmedikleri için korkunç bir iç boğuşmaya giriftar olmuşlardı. O kadar ki, müslüman halk, o iç boğuşmada, komünistlerin tasallutundan geride kalmayan kanlı bir tabloyla karşılaştılar, onbinlerce insan birbirini ‘Allah’u Ekber’ diyerek öldürdü.
O liderlik ve hâkimiyet mücadelesi sonunda yaşanan korkunç umutsuzluk ortamında, ortaya (ismi, talebeler/medrese öğrencileri mânâsına gelen) Tâlibân diye bir örgüt çıkıvermişti.
Bu talebelerin çoğu, gerçekte Sovyet Rusya işgali yıllarında ve çoğu, aileleri dağılmış, ana-babalarını kaybetmiş oldukları için, Pakistan’a sığınan ve oradaki medreselerde kimsesiz ve fakir çocuklardı.
İşte o sırada, Afganistan’daki durumun kendileri için daha da tehlikeli ve kontrol dışı bir noktaya doğru sürükleneceğini gören Pakistan Ordusunun güçlü İstihbarat birimleri, o medreselerde okuyan ve artık hebrisi 20-30 yaşlarına gelmiş ‘tâlibân’dan Afganistan’ın geleceği için bir örgüt oluşturmak düşüncesine vardılar. Suûdî’lerin de büyük para yardımlarıyla oluşturulan ve ‘Tâlibân’ adını alan BİR örgüt ortaya böyle çıkmıştı, 1995’lerde.. İlginç olan şu ki, ‘Tâlibân’ diye bir örgütün şekillenmekte olduğuna dair ilk haberler gelmeye başladığının üzerinden henüz altı ay geçmemişti ki, ‘Tâlibân’, elinde onlarca savaş uçağı ve binlerce eğitimli askeri olan bir güce dönüşüvermiş ve Afganistan’ın büyük şehirlerinden Qandehar’da kontroplü ele geçirmiş ve büyük bir gövde gösterisi yapmıştı. Mescidlere ibadet etmeye bile gitmekten korkan halk, ‘Tâlibân’ın bu yükselişinden memnun olmuşlar ve on yıllardır işgalcilere karşı savaşan ve amma sonunda da birbiriyle boğazlaşma noktasına ulaşan ‘cihad teşkilatları’ndan desteklerini büyük çapta çekmişti. Ayrıca, ‘Tâlibân’ın hâkimiyeti ele geçirdiği bölgelerde ‘şeriat’ adına uygulamaya koyduğu uygulamalar, Afgan halkının ekseriyetini memnun etmiş; bu durum, kısa zamanda ülkenin yüzde 80’inin ‘Tâlibân’ın kontrolüne geçmesiyle neticelenmişti. Hükûmet, artık ‘Tâlibân’ın elindeydi. ‘Cihad’teşkilatlarından olup da Tâlibân’a karşı direnen, on yıldan fazla zaman boyunca Sovyet Rusya ordularına kök söktüren ve Rus ordularının başkent ‘Kaabil’e girmelerine engel olduğu dağlık mıntıkanın adıyla ‘Pençşir Arslanı’ olarak bilinen Ahmed Şah Mes’ûd kalmıştı. Ama, Ahmed Şah Mes’ûd da 9 Eylûl 2001 günü bombalı bir suikasd sonunda hayatını kaybetmişti. Artık ‘Tâlibân’ın karşısında bir iç engel kalmamıştı.
***‘Lidersiz bir ülkede, ülkesiz bir lider’ olarak sivrilen Usâme bin Laden, ve..
Bu arada, Afganistan’da komünizme karşı verilen cihad içinde yıllardır, (merhûm) Abdullah Azzâm’dan sonra, Afganistanlı olmayan en etkili ikinci şahsiyet olarak bilinen ve ‘Afganistan lidersiz bir ülke, ben ise ülkesiz bir liderim..’ diyen ve Suûdî’de oldukça zengin bir büyük aileye mensub olan ve milyarlarca dolarının bulunduğu anlaşılan Usâme bin Laden de, artık ‘Tâlibân’la birlikte çalışmaya başlamıştı. Üstelik de komünizmin mağlûb edilmesi için, Amerika’dan istediği en gelişmiş silahların parasını hemen ödeyerek, Amerikalılarla da iyi ilişkiler geliştirmiş ve hele de Abdullah Azzâm’ın vefatından-şehadetinden sonra Usâme, bir de ‘Tâlibân’ın esrarengiz lideri Molla Ömer’le ‘damad-kayınpeder irtibatı da kurunca, Afganistan’ın fiilî hâkimi olmuştu.
Ama, USA emperyalizmi, bu ’mücahid müslümanlar’ın ileride kendilerine, kendi dünyalarına da düşman olarak karşılarına çıkacağının endişesini yaşamaya başlamışlardı. Yıllarca besledikleri ve korudukları Saddam’la 1991 Baharı’nda savaşmak zorunda kaldıkları gibi, kendileri için bir ikinci ‘olumsuzluk’la karşılaşmamak için dikkatli olmaya başlamışlardı.
İşte o sırada, B. Amerika’da dünyayı dehşete salan korkunç 11 Eylûl 2001 Saldırıları gerçekleşivermişti. Amerikan emperyalizmi, kendi iç zaaflarını hemen bir dış tehlike odağının üzerine atmak için hazırlıklıydı. Usâme’nin lideri olduğu El’Qaide’nin üzerine yıkıldı o saldırının sorumluluğu ve faturası da sadece Usâme’ye değil, bütün Afganistan’a çıkartıldı ve yüzbinlerce Afgan Müslümanı, ‘Ölüyü bir daha öldürdük’ dercesine bir kez de kapitalist emperyalizmin şefi olan B. Amerika eliyle katledildi, o viran ülke bir kez daha yerle bir edildi. Ve, ‘Tâliban Hükûmeti’ de devrilip, Amerikan Petrol şirketlerinde yıllarca yöneticilik yapmış olan Hâmid Qarzaî Devlet Başkanlığı’na oturtuldu.
Sonra da Amerikan gözetiminde hazırlanan bir Anayasa ile,‘Afganistan İslâm Cumhûriyeti’(!) rejimi kuruldu ve Amerikan üst derece yöneticilerinin huzûrunda bu sistem çalıştırılmaya başlandı.
Aradan yıllar geçti. Ama, halk içinde esaslı bir yer tutmuş olmalı ki, ‘Tâlibân’ın etkinliği kırılamadı. Ve 18 yıl boyunca, Tâlibân güçleri Amerikan ve NATO güçleri arasında bitmek bilmeyen mücadele devam etti.
Ve.. ‘Terör örgütü’ dediği güç odaklarıyla dünyadaki başka ülkelerde gerçekleşen görüşmeleri suçlayan Amerikan Hükûmeti, geçen hafta, ‘Tâlibân’la bir anlaşma imzaladı!!.. Halbuki, Afganistan’da güya bir hükûmet var, şimdi seçimle gelen bir cumhurbaşkanı Eşref Ganî’nin hükûmeti var, ve Amerika, bu anlaşmayı, Hükûmet’te yer almayan ve bu hükûmete karşı kanlı bir silahlı mücadele veren ’Tâlibân’la imzaladı.
Bu anlaşmayı da, Amerika adına imzalayan da, yine bir Afganistanlı olan ve amma yıllardır Amerikan diplomatı olarak Amerika’ya hizmet eden Zaimal Khalilzad...
***Anlaşmanın şartları önemli değil.. Önemli olan, Tâlibân ve Amerika’nın birbirlerine artık silah kullanmayacaklarını taahhüd etmeleri.. Tâlibân, artık mevcud Afgan Hükûmeti’ne karşı daha etkili saldırabilir, çünkü onlara karşı Amerika karşılık vermeyecektir.
Tâlibân da, Amerikan menfaat ve hedeflerine aktif-pasif zarar vermek isteyen her türlü eylemleri önleyeceğini taahhüd etti. Tâlibân, 10 gün içinde, anlaşma metninde, ‘diğer taraf’ diye anılan Hükûmet’le barış müzakerelerine başlamayı ve elinde rehine olarak tuttuğu, -hükûmet güçlerinden- 1000 kadar Afganlı’yı; Amerika da elindeki 5.000 Tâlibân esirini serbest bırakmayı kabul etti. Amerika, ayrıca, önümüzdeki 4,5 ay içinde de Afganistan’daki askerlerini 12 binden 8600’e düşürecek.. Sonra da tamamen çekilecek..
Ve 4 gün evvel merhûm Ali Mezarî için yapılan anma toplantısına yapılan bir saldırıda, 35’den fazla insan öldürüldü, Afganistan’da.. Bu saldırıyı IŞİD/ DEAŞ üstlenirken, Tâlibân, ‘Bu saldırıda hiçbir şekilde etkilerinin olmadığını açıkladı.
***Buradan çıkarılacak asıl ders şu olmalı ki, USA emperyalizminin, hele Trump zamanında en küçük bir insanî kaygusunun olmamasıdır.
Trump, daha önce de, ‘Afganistan için biz niye savaşalım? Onun komşuları savaşsınlar.. Pakistan, İran, vs.,’ dememiş miydi?
***Emperial güçler ve onların kuklaları için hedef, müslüman halklardır!
Yine Trump, birkaç ay önce de, Dallas’da yaptığı konuşmada, Ortadoğu ve hele de Suriye Buhranı konusunda da aynı sözün benzerini dile getirmemiş miydi.. ‘İki çocuk gibi biraz (dikkat: ‘savaşsınlar’ değil) savaştıracaksın, sonra da ayıracaksın.. Savaşın ne kadar zor olduğunu anlasın insanlar.. Bir damla Amerikan kanı akmadan..’ Aynı Trump, Türkiye ile Rusya arasında Moskova’da varılan son anlaşmadan duyduğu rahatsızlığı da ‘Türkiye ve Suriye,bırakınız, savaşsınlar biraz..’ diyerek dolaylı şekilde dile getirmedi mi?
Bu bakımdan, Moskova’da varılan anlaşma’nın böyle yığınla uluslararası veçheleri var. Yani, öyle ‘Gidelim, savaşalım, vuralım..’ demekle olmuyor.
Bu konuya da yarın değinelim inşaallah..