Kendini koruma ve saldırıya karşı koyma gücüne sahip olanın kuralları koyduğu bir dünya sistemi var. Bunun için gerekli donanıma sahip olana ‘güçlü’, olamayana ‘zayıf’ ülke deniliyor. Başkalarının donanımını kullanana ise ‘bağımlı’...
Ekonomik bağımlılık kadar tehlikeli bir durumdur bu.
Oysa IMF ve Dünya Bankası gibi
kurumlara veya ‘sıcak para’ya ya da küresel sistemin dayattığı ‘faiz lobisine’ bağımlılıktan bu kadar çok söz ederken, ‘silah lobisine bağımlılık’ konusuyla daha az
ilgileniyoruz.
Savunma konusu sadece flaş haberlerle medyaya konu oluyor.
Savunma sanayindeki hareketler, silah, savaş uçağı, savaş gemisi, füze ve radar sistemleri satışları da liderlerin açıklamaları, emtia ve para piyasalarındaki hareketler kadar önemli.
Türkiye de bu sistemde var olabilmenin yolunun bağımsız ‘yerli’ bir savunma sanayiyle olacağını gördü; yatırımlarını bu yönde yapıyor.
Bu süreç Aselsan, Havelsan, Tusaş, TAI gibi yarı-resmi şirketleri güçlendirdi; özel şirketlerin de sektöre daha fazla girmesini sağladı. Bugün Türkiye yerli-milli savaş uçağı projesini başlatıyorsa, arkasında yerli radar sistemleri, uydu, zırhlı araçlar, gemiler ve insansız hava araçları üretmenin kazandırdığı özgüven var.
Bu özgüveni sorgulayanlar var;
“Adamlar F-35’leri, Eurofighter’ları yaparken biz nasıl savaş uçağı yapacağız da onlara yetişeceğiz?”
‘Yerli otomobil’de duyduğumuz ‘burun kıvırma’ya benziyor değil mi?
Uçak sanayi çok eskiye dayanmıyor; 1940’lardan itibaren gelişti.
Dünya savaştayken Türkiye de uçak üretiyor ve satıyordu.
En son iki özel girişimci Nuri Demirağ ve Vecihi Hürkuş uçak üretmeye başlamıştı.
Bunlar nasıl durdu veya durduruldu, ilgilisi sadece internetten araştırsa iki gün uyuyamaz!
Bugünlerde uçak yolculuğu yapacaksanız, THY’nin Skylife dergisinin Mart sayısında da okuyabilirsiniz.
Asıl sorulması gereken şu;
Bu özgüven için ne kadar geç kaldık?
Çok!..
Daha yakın tarihten iki örnek daha varmış; ben de yeni öğrendim.
1- 26 Ekim 1977’de AP, MSP, CGP tarafından kurulan Birinci MC hükümeti döneminde, İtalyan MB-339 jet eğitim ve taarruz uçağı ortak üretim projesi imza için masadayken iptal edildi. Projeyi Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan desteklemiş; emekli generallerin bulunduğu CGP ve Genelkurmay istememiş, dönemin Başbakanı Süleyman Demirel de Genelkurmay’dan yana tavır almıştı. Oysa İtalyan firması 10 yıl içinde ‘yüzde 90 yerli üretim’ garantisi veriyordu.
2- 1996’da yine Erbakan’ın bu kez Refah Partisi ile ortak olduğu Refahyol hükümeti de iflas eden McDonell Douglas şirketinin DC-9 ve Süper 80 modellerinin üretim bantlarını satın almak istedi. Fabrika Türkiye’de kurulacak ve uçaklar tamamen Türkiye’de üretilecekti. Ancak bu proje de 28 Şubat’ın gazabına uğradı ve dosyaları çöpe atıldı! Şirketi Boeing satın aldı.
Bir başka örnek de Güney Kore’nin şimdi Endonezya ile birlikte yaptığı eğitim jeti. Bu proje de önce Türkiye ile konuşuldu, ancak hayata geçirilemedi.
Bizim bir eğitim jetimiz yok. Önce onu yapmamız lazım.
***
O günlerde bu adımlar atılabilseydi Türkiye’nin sadece bir ‘eğitim jeti’ olmayacak, teknolojisini paylaştığı bir savaş uçağı ve hem onu modernize edebilecek hem de uçurabilecek mühendisleri, pilotları yetişmiş olacaktı.
Ayrıca;
Havacılık sanayine, savunma sanayine yatırım yapan, ileri teknoloji ürünlerini dünyaya satan daha çok Türk şirketi olacaktı.
ABD ayda fotoğraf çektirmek veya uzaydan dünyaya bakmak için uzay programlarını yapmadı.
Bu süreçlerden yeni teknolojiler geliştirildi, silah ve savunma araçları üretildi; ABD şirketleri savunma sanayi devi oldular ve ülkelerine her yıl milyarlarca dolar kazandırıyorlar.
Türkiye bu alanda 1940’tan sonrasını kaybetti; buradan başlamazsa gelecek 75 yılı da kaybedecek.
O yüzden Savunma Sanayii Müsteşarlığı’nın yerli savaş uçağı, zırhlı araç, tank, gemi ve İHA yatırımları; bu yatırımları ‘yerli’ geliştirecek bilim adamı, mühendis ve uzmanları yurt dışında yetiştirme programları ‘hayati’ önemde.
Yoksa bugünkü gibi, ABD F-16’larının silah sistemlerini ‘yanıltarak’ yerli füze yerleştirmek; iletişim sistemlerini ‘kırarak’ yerli sistemler yerleştirip ‘görünmez’ hale getirmek zorunda kalır; bununla yetiniriz!
İlgilisi, geçen yıl “ABD’ye görünmeden” Kandil’i vuran Türk F-16’lara ilişkin yazıma bakabilir.